Neden bu seçimler de benzer sonuçları üretti?
Muhalefetin en azından Cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura taşımayı ya da mecliste çoğunluğu elde etmeyi beklediği bir seçim, mevcut durumu, en azından iktidar açısından, değiştirmeyecek şekilde sonuçlandı. Aslında çıkan sonuç bir anlamda, 20 yıllık kimlik ve karşıt kimlik siyaseti ile keskinleşen, kutuplaşan, gettolaşan siyası ortamın kendisini tekrarlaması olarak da okunabilir.
Kutuplaşma ve güvensizlik aşılmadan, karşıt politik gruplar ya da kimlikler arası iletişimi, geçirgenliği kolaylaştıracak temas sağlanmadan ve adil seçim ortamı oluşturulmadan, seçimlerin mevcut durumu değiştirmesi de çok zor görünüyor. Seçim sonucunu genellikle seçim öncesi yapılan stratejik manevralar ve kampanya değil, iki seçim arasında yapılacaklar belirler. Bu nedenle bu yazıda seçim sonuçlarının neden kutuplaşma ve güvensizlikle yakından ilişki olduğunu ve iki seçim arasında demokratik seçim ortamı için ne yapılması gerektiğini tartışmaya çalışacağım.
Ancak, bu seçim aynı zamanda gelecekte somut etkisini gösterecek olan birçok ilki de beraberinde getirdi. Bu yüzden önce bunlardan başlayalım.
Siyasi sonuçlar
24 Haziran seçimlerinin kazananlar ve kaybedenler açısından siyası sonuçları ayrıntılı olarak tartışıldı. Özetlersek, 16 Nisan 2017 referandumundaki AK Parti - MHP dayanışması Cumhur İttifakına taşınmış ve ittifak hem meclisi hem de Cumhurbaşkanlığını elde tutmayı başarmıştır. Ancak her iki başarı da AK Parti'nin MHP’ye tek yönlü bağımlılığı şeklinde somutlaştı.
16 Nisan'da resmi bir anlaşma olmadan yürütülen “Hayır Bloku” ise varlığını Millet İttifakı ile daha sistematik bir blok hareketine dönüştürmüştür. Bu sayede yıllar sonra merkez bir sağ parti kuruluşunu tamamlayarak dayanışmayla meclise girmiştir. Stratejik oy kullanan batıdaki sol muhalif seçmenin desteği ile de HDP baraj üzerine taşınmıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise Sn. Erdoğan ile Sn. İnce arasında %20 fark olsa da, gerçekte sadece kendi partisinin adayı olan Muharrem İnce ile medya ordusu ve MHP desteği ile kazanan Cumhurbaşkanı'nın partisi arasındaki fark ilk kez %11’e düşmüştür. Bu sayede CHP’nin kendisinin de inandığı sosyolojik üst sınır tartışmalarının saçmalığı görülmüştür.
Görece 'özgürleştirici' etki
Bu siyasi sonuçları dışında 24 Haziran seçimleri sosyal ve politik psikolojik süreçleri somut olarak gözlemek bakımından zengin fırsatlar sunmuştur. Yerleşik hale gelen kutuplaşma ve beraberinde getirdiği güvensizlik hem yukarıda yöneten partiler ile muhalefet arasında hem de tabanda taraftarlar arasında daha keskinleşmiştir. Bunu aşağıda tartışacağım.
Ancak, açık eşitsiz koşullarda yapılmasından ve mevcut ikiye bölünmüşlüğü tescilleyen sonucundan bağımsız olarak, sırf çok partili/adaylı seçim yapabiliyor olmanın bile görece özgürleştirici etkisi hissedildi. Erken seçim kararıyla birlikte bu etki, özellikle muhalefette artan özgüven ve politik yetkinlik inancında belirgin olarak gözlendi.
Seçimlerin özgürleştirici etkisinden aslında iktidar da nasibini aldı. Örneğin, artık OHAL ilelebet kalacak denilmiyor, gazeteciler hapishaneden salınırken yargıçlar fırça yemiyor! Bir de seçimlerin gerçekten özgür demokratik ortamda ve eşit rekabet koşullarında yapıldığı, kaybedenin üzüldüğü ama asla korkmadığı; hatta, kazananın, kaybedenlerin hayal kırıklığını ve öfkesini anlayışla karşılama olgunluğu gösterdiği demokrasileri düşünün!
En değerli sosyal sermaye
İşte bu tür ideal demokrasiler, olmazsa olmaz, üç yerleşik psikolojik temele dayanır. Bunlar; (1) kişiler arası güven, (2) sosyal çatışmaları müzakereyle çözme becerisi ve (3) farklılıklara azami hoşgörüdür1.
İlk temel olan başkasına güven ya da daha yaygın kullanımı ile kişiler arası güven, aynı zamanda diğer iki temelin de önkoşuludur. Özellikle eş, dost, akraba, hemşeri yani iç gruptan olmayana güvenme ve onun iyi niyetine teslim olabilme sadece demokrasinin temeli değil, toplumların en değerli sosyal sermayesidir.
Uluslararası araştırmalar kişiler arası güvenin bir ülkedeki ekonomik ve insanı gelişimden, demokratik katılıma, cinsiyet eşitliğine, saydamlık ve yolsuzluk göstergelerine, suç oranlarına kadar çok sayıda kritik sosyal göstergelerle ve de psikolojik ve fiziksel sağlık, mutluluk düzeyi gibi bireysel göstergelerle yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu yüzden bunu biraz daha açalım ve kutuplaşmayla olan ilişkisine geçelim.
1980’lerden başlayarak başta Dünya Değerler Araştırması olmak üzere çok sayıda uluslararası araştırmada başkalarına güven konusunda hem ülkelerin sıralaması düzenli olarak yapılmakta hem de güvenin siyasi süreçlerle ilişkisi incelenmektedir.
Başkalarına güven: %10
Bu araştırmalarda, “Sizce, genelde insanların çoğunluğuna güvenilebilir mi?” sorusuna verilen cevaba göre ülkeler sıralanmaktadır. 1993 - 2014 yılları arasında yapılan altı ölçümde de Türkiye’den katılımcıların sadece yaklaşık %10’u başkasına güvenilebileceğini söylemiştir (bkz. https://ourworldindata.org/trust). Bu düşük güven oranı nedeniyle neredeyse bütün ülkeleri kapsayan uluslararası güven araştırmalarında Türkiye en son sıralarda yer almaktadır. Türkiye’de, başta Yılmaz Esmer, Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Çarkoğlu olmak üzere çok sayıda akademisyen kişiler arası güvenin sosyal ve politik etkisini sistematik olarak incelemektedirler.
Örneğin, Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Çarkoğlu’nun yaptığı bir araştırmada2 Türkiye’deki katılımcıların %14’ü başkalarına ‘güvenilebileceğini’ söylerken, bu oran Rusya’da %22, Japonya’da %32, ABD’de %48, Danimarka’da ise en yüksek oranla, %77 olarak bulunmuştur.
Bir ülkede kişiler arası güvenin yüksek ya da düşük olmasında politik kutuplaşmadan görece bağımsız olarak çok sayıda psikososyal, kültürel ve ülkeye özgü etmenler rol oynamaktadır. Örneğin, Türkiye gibi ağırlıkla toplulukçu olan kültürlerde arkadaşa, eşe, dosta güven yüksekken, yabancılara güven düşüktür. Bireyci ülkelerde ise grup dışı üyelere güven görece daha yüksektir.
Yine Türkiye gibi gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu ülkelerde kişiler arası güvenin düşük olduğu, gelirin dengeli dağıtıldığı ülkelerde ise yüksek olduğu bulunmuştur. Yer kısıtlığı nedeniyle güvensizlikte etkili olan psikolojik faktörlere (örneğin, çocuk yetiştirme tutumları, bağlanma vb.) girmeyeceğim. Özetle, ülkeye ve kültüre özgü bazı etmenlerin başkasına, özellikle dış grup üyelerine güvensizliğe yatkınlığı artırdığı çok sayıda araştırmada gösterilmiştir.
Güvensizlik ve lidere bağlılık
Politik kutuplaşma durumunda bu yatkınlık politik kuramlara ve dış (karşı) gruplara güvensizlik olarak yaygınlaşmaktadır. Bu da bir grubun sosyal kimliği ve lideri ile aşırı örtüşme ve özdeşime yol açmaktadır. Bu durum hem grup içi homojenleşmeyi hem dış gruptan uzaklaşmayı artırmaktadır. Bu görüşlerle tutarlı olarak araştırmalar kişiler arası güven azaldıkça otoriteye itaatin arttığını da göstermektedir.
Kutuplaşma bu anlamda dolaylı olarak otoriter sistemlerin sürekliliğine katkıda bulunmakta, değerler sistemi ve yaşam biçimi temelindeki ayrışmayı derinleştirmektedir. Son 20 yılda Türkiye’de genel güvensizlik ile siyasi kutuplaşma birbirini karşılıklı besleyen süreçler olarak derinleşmiştir. Özellikle son iki seçimin OHAL altında ve adil olmayan koşullarda yapılması güvensizliği pekiştirmiştir.
İki sonuç
Güvensizlik sarmalında siyasi kutuplaşmanın ayrışmaya ve gettolaşmaya dönüşmesinin getirdiği iki temel sonuç vardır. Birincisi, siyasi parti veya liderlerle siyasi ve sosyal kimliklerin aşırı örtüşmesidir. İkincisi ise, bir arada yaşamanın örtük sözleşmesi olan genel değerler sisteminde ayrışmaya, yarılmaya yol açması ve kutupların sadece kendi değerler sistemini referans alarak bunu genelleme hatası yapmasıdır.
İlk etkide gördüğümüz otoriter eğilimli liderle onu destekleyen seçmenlerin aşırı özdeşim kurması, oy verme davranışını kalıcı bir aidiyet ve adanmışlık ilişkisine dönüştürmektedir. Bu bir taraftan bir grup seçmenin karşı grup ve alternatif akımlarla her türlü olası temasını ve iletişimini engellerken, diğer taraftan demokrasilerde ortalama seçmenin yapması beklenen performansa dayalı değerlendirme yapma yetisini sınırlamaktadır.
İkinci etki ise güvensizliğin pekişmesine, kendi grubundan olmayanı dışlama ve kendi normunu, statükonun ve meşruiyetin tek kaynağı olarak görme eğilimine yol açmaktadır. Bu durum günlük hayata ve politik davranışlara doğrudan yansımakta ve tarafların kendi grubu ile karşı grup arasındaki farkı/mesafeyi yüksek algılamasına yol açmaktadır.
Ayrışma ve gettolaşmayı hızlandıran bu farklılaşmanın etkileri Bilgi Üniversitesi’nden Emre Erdoğan’ın3 bu yıl yayınlanan “Türkiye’de kutuplaşmanın boyutları” araştırmasında somut verilerle gösterilmiştir. Örneğin, kişilere kendilerine sosyal mesafe olarak en uzak hissettikleri parti taraftarıyla olası ilişkileri sorulduğunda, %79’u kızlarının bu kişilerle evlenmesini, %74’ü bu kişilerle iş yapmayı, %70’i komşusu olmasını, %68’i de çocuklarının o partinin taraftarlarından birinin çocuklarıyla oynamasını istemiyor.
'Sahte fikir birliği'
Güvensizlik, kutuplaşma ve beraberinde getirdiği iç grup ile karşıt görülen dış grup arasında algılanan yüksek sosyal mesafe ile kalın duvarlı kimlik hapishanelerinde yaşayanların, sosyal psikolojide sahte fikir birliği yanlılığı etkisinden kurtulması mümkün değildir. Bu kavram, kişilerin kendi inandıkları değerlerin, tutumların ve görüşlerin herkes tarafından paylaşılan yaygın bir 'norm' olduğuna dair gerçek dışı, yanlı inancı olarak tanımlanabilir.
Hep aynı grup kimliği ile düşünen ve ona göre yaşayan kişiler sadece kendi gibi düşünenlerle iletişim kurduklarından, düşüncelerinin doğruluğunu sınama, temas yoluyla yumuşatma ve zamanla değiştirebilme şansı bulunmamaktadır. Emre Erdoğan aynı yanlılığı “Yankı Odaları” olarak isimlendirmiş ve şöyle tanımlamış, "..insanların hem aile çevresinde, hem geleneksel medyada, hem de sosyal medyada sadece kendi görüşlerini paylaşanlarla bir arada yaşamalarından dolayı, sadece benzer görüşlerin var olduğu yanılsamasına varmaları. Farklı görüşlerle karşılaşmayan kişiler, kendi görüşlerini paylaşmayanların azınlıkta olduğunu varsayıyor, kendi görüşlerini paylaşmayanlarla karşılaştıkları zaman da “gerçeği” kavrayamayan bu kişilere karşı reaksiyon veriyorlar." (sf. 4).
Her seçim dönemi öncesi kendi gerçek ya da sanal mahallesindeki fikirdaşlarının coşkusuna bakıp bu kez kazandık sanrısına kapılma da bu durumu anlatır. Muharrem İnce’nin muhalefet içinde yarattığı grup içi dip dalganın aslında bütün toplumu sardığını sanmak da bir anlamda bu yanlılığın bir örneği olmuştur.
Bununla tutarlı olarak, KONDA ve diğer kurumların yaptığı düzenli araştırmalar, kutuplar arasında temasın azaldığını, kutupların sadece kendi çizgisindeki basın yayın kurumlarından haber aldığını ve diğer iletişim kanallarına tamamen kapalı olduklarını göstermektedir. Bu anlamda merkez medya olarak adlandırılan ve her iki kutba aynı yakınlıkta (uzaklıkta) olmaya çalışan basın kuruluşlarının seçim öncesi el değiştirmesi, bütün toplumun neredeyse sadece kendi görüşünü destekleyen kanallardan bilgi almasına yöneltmiş, kutupların toplumdan geri bildirim alma şansını iyice azaltmış ve söz konusu yanlılığı kolaylaştırmıştır.
Kalıp yargı ve önyargı
Kutuplaşma nedeniyle etkisi normal koşullardan daha yüksek olan sahte fikir birliği yanlılığı, kişilerde kendi grubundan olmayanlara karşı önyargı, kalıp yargı ve ayrımcılık motivasyonunu da güçlendirmektedir. Keskinleşen kalıp yargı ve önyargılar da kimlik hapishanesi içindeki grupların 'hakikat sonrası' yalan mesajlara ve komplo teorilerine inanma olasılığının artırmaktadır. Bu süreç kısırdöngüyle güvensizliği perçinlemektedir..
Son iki seçimde kutuplaşmanın aynı zamanda bloklaşma olarak gerçekleşmesi, ironik bir şekilde, bazı olumlu gelişmelere de yol açmaya başlamıştır. Bu yolla, dünyaya kimlik hapishanesinden bakan grupların kendi içinde çeşitlenerek daha yumuşaması için zemin oluşmaya başlamıştır. AK Parti ve MHP’den oluşan sağ kanat bloğun görece daha homojen olmasına karşın, AK Parti'nin çoğunluk için MHP’ye bağımlı olacak olması, kararın her zaman tek elden değil müzakere ile alınması zorunluluğunu doğuracaktır.
16 Nisan 2017 referandumundaki Hayır Bloğundan 24 Haziran 2018 seçimlerine taşınan muhalefet ise, kendi içinde demokratik farklılaşmayı doğal olarak barındırmakta, demokratik yumuşama ve (karşıt) kimlik hapishanesinden kurtulma konusunda daha fazla ümit vaat etmektedir. Bu bloklaşma sürecin iki kanatlı siyasi temsile geçiş için bir aşama olduğunu söylemek için henüz erken olmasına karşın, toplumdaki keskin kutuplaşmanın ve ikiye bölünmüşlüğün zamanla kutuplar arasında temasa dönüşmesi için de fırsat sunmaktadır.
Muhalefet ne yapmalı?
Kutuplaşma ve güvensizliğin bu derece yüksek olduğu ve seçim koşullarının adil olmadığı durumlarda muhalefet, seçim kazanmaya odaklanmak yerine, yarış koşullarını demokratikleştirmeye, gruplar arası teması ve zamanla geçirgenliği kolaylaştıracak yaratıcı stratejiler geliştirmeye odaklanmalıdır.
Bunun için de hemen seçim öncesinde değil, iki seçim arasında demokrasi kültürünün, ortak vicdanın ve politik hakkaniyet duygusunun gelişimi için yapılması gereken mikro politikalara ağırlık vermelidir. Adil yarış ve liyakat sistemini hem kendi içinde hem de bütün toplumda yaygınlaştıracak mikro politikaların neler olabileceği başka bir yazının konusu.
Seçim sadece seçim öncesi etkin kampanyalarla değil, iki seçim arasında yapılanlarla kazanılır. Ancak, yarışın kendisi adil ve demokratik değilse, odaklanılması gereken öncelikle sonuç değil süreçtir, yöntemdir.
Eşit olmayan koşullarda yapılmış adil olmayan seçimlerin kanıksanmasına izin vermeden, adil seçimleri yasaların ve toplumsal vicdanın güvencesine alacak adımlara öncelik vermek gerekiyor. Sonuç olarak, kaybedenin üzüldüğü ancak asla korkmadığı özgür ve adil seçimler yapabilmenin kazanmaktan daha önemli olduğunu anlayacağımız demokrasi kültürüne ulaşmada aşırı güvensizlik ve kültürel kutuplaşma iki büyük engel olarak önümüzde duruyor.
Prof. Dr. Nebi Sümer, ODTÜ Psikoloji, Bilim Akademisi Derneği Üyesi
nsumer@metu.edu.tr
Dipnotlar:
- Nebi Sümer. (2011). Demokrasinin Psikolojik Temelleri. Türk Metal İş Dergisi, Sayı,146, 24-28.
- Ali Çarkoğlu ve Ersin Kalaycıoğlu (2015). Türkiye’de ve Dünya’da Vatandaşlık – 2014 ISSP Araştırma Raporu.
- https://goc.bilgi.edu.tr/media/uploads/2018/02/05/bilgi-goc-merkezi-kutuplasmanin-boyutlari2017-ozet-bulgular.pdf