Düşünmeyen yozlaşır

Doğan Kuban
Düşünmeyen yozlaşır

Bilimsiz ülke yozlaşır. Eğitim ve öğretime, politika ve dinin karıştığı ülkelerde diploma bir bilgi garantisi değildir. 2006’da yayınlanan ve kilometre taşı olarak anılan bilim insanlarını anlatan The Cambridge Dictionary of Scientists kitabı, 1500 bilim insanı arasında 3 tane Müslüman bilim insanından söz eder. O insanlar da 12. yüzyıldan önce yaşamıştır.

İslam dünyasında bilim dili, kilisenin Latincesi gibi, Arapça idi. Fakat İslam Ortaçağı'nın bilim insanları ve filozoflarının çoğunluğu Arap değildir. Kitaplar Arapça yazıldığı için, bugün Arap yazarları hepsine Arap Bilimi demekte ısrar ederek ucuz bir milliyetçilik yaparlar.

Abbasi Rönesansı’ndan İtalyan Rönesansı’na


Bağdat Abbasi halifeleri döneminde eski Yunan ve Roma çağında yazılmış bilim ve felsefe yapıtları 9-11. yüzyıllar arasında Arapça'ya çevrilmiş, bunun çevresinde Abbasi Rönesansı denen ve antik temel üzerinde gelişen bir İslami bilim ve felsefe üretimi olmuştur. Sonradan Arapça çeviriler Sicilya ve İspanya’da Latince'ye çevrilerek İtalyan Rönesans hümanizmasının bileşenlerinden biri olmuşlardır.

O çağlarda Al Harezmi (İranlı) matematik alanında, İbn Heysem (Alhazen) fizik alanında, İbni Sina (Avicenna) filozof ve doktor olarak, Farabi ve İbni Rüşt (Averroes) filozof olarak Ortaçağ tarihinde tanınırlar. İbn Rüşt Avrupa’da İkinci Aristo olarak ün kazanmıştı. Bunlar İran’da ve Bağdat’ta yetiştikleri dönemde Türkler henüz Müslüman olmamıştı.

Gazali’nin felsefeye ve dolayısıyla bilime karşı çıkan kitabından sonra İslam ülkelerinde bilim adamı yetişmedi. Çöl Arabı’nın yobazlığı felsefe ve bilim kapısını kapadı. Osmanlılar Bağdat Rönesansı’nın farkında bile olmadılar. Moğollar Bağdat’ı yerle bir ettiler.

Bilim ve felsefeyle sıfır ilişki

Doğu Hristiyan kilisesi Araplar kadar tutucu idi. Bizans’ın bilim ve felsefe tarihine bir katkısı görünmüyor. Osmanlı kültürü Arap ve Bizans bileşkesi olarak, felsefe ve bilime sahip çıkan bir kültür ortamı yaratamadı. Kaldı ki kendine halife unvanı veren ve Tanrı'dan güç aldığını savlayan cahil bir sülaleye, okumamış ve toprağa yeni yerleşen göçerler bilim ya da öğretim bağlamında etkili olamazlardı.

Ordusunun en güçlü öğesi Hristiyan devşirmesi, yarım yamalak Bektaşi (yani Alevi) olan yeniçeri, haremi sadece Hristiyan olan sultan sülalesinin felsefe ve bilimle hiçbir ilişkisi de olmamıştır. Müslümanlık için cihat yapan ordunun çekirdeğini Hristiyan dönmeler oluşturuyordu. Bu sistemin eşi dünya tarihinde yoktur. Türkler tarafından kurulan imparatorluk, Türklük’ten uzaklaşanlar döneminde yok oldu.

“İlk Amerika'yı Osmanlı kurdu”

Fakat değişik bir açıdan bakınca, Osmanlı İmparatorluğu'nun uzun ömürlülüğünün, bu kozmopolit ve simbiyotik yapının varlığına bağlı olduğu görülür. Ne var ki 17. yüzyıldan sonra sistem yavaş yavaş etkinliğini yitirmiştir. Bilim, felsefe, resim yokluğu devam etmiştir.

Osmanlı toplum yapısı, bugünün insanına ‘ilk Amerika’yı biz kurmuşuz’ dedirtebilir. Fakat bu sistemin kesin mutlakıyet yapısı içinde konfedere bir geç sistemin demokratik yapısı ile benzerliği yoktur. Osmanlı kendi içinde homojen olmayan derleme bir toplum olarak, bir tür sömürge sistemi yaratmıştı. Rumlar, Ermeniler, Balkanlılar, Yahudiler değişik Hristiyan grupları kendi gelenekleri içinde yaşayıp sultan sultasına ses çıkaramadılar. Bilim ve haberleşmenin şimdiki gibi hızlı olmadığı çağlarda bu sistem yaşadı. Sonunda gücü azalarak son nefesini verdi.

Her iki Rönesans'a da sırt çevirdi

Osmanlılar Abbasi Rönesansı'nın yolunu izlemediler. Avrupa Rönesansı'na da sırt çevirdiler. Bu 500 yıllık felsefi, bilimsel sanatsal bir durağanlık içinde dünya bilim tarihinde bir tek Osmanlı ve Türk adı yoktur.

Cumhuriyet'in mucizesinin süresi 15 yıldır. Bu Osmanlı tarihinin 45'te biridir. Yine de Türkiye’nin Mısır, Irak, Suriye ya da Libya’ya benzememesinin nedeni budur. Fakat 1950'den sonra da, bütün dünya ile birlikte, Amerikan rotasına girdik ve çıkamadık.

Atatürk 1938’de öldü, 1939’da İkinci Dünya Savaşı başladı. Ruslar'a hap olmaktan zor kurtulduk. Türkiye’nin kaderi 1950’den bu yana kendi elinde olmadı. Bilim yapmak hikayesini bugünkü koşullarda tartışmak anlamsızdır. Dünyanın öncü toplumlarından sanat, felsefe, bilim ve teknolojide 500 yıl geriyiz. Çağdaş standartlara göre, bilim üretemeyen bir toplumuz.

Okullar bu açığı birkaç bin kişi için değiştirebilir. Yurt dışına gidenler başka kültürlerin üyesi olurlar. Fakat toplumun okumamışı, tepkisiz, cansız bir eşyaya benziyor. Cehaletin göstergesi de bu tepkisizliktir.

Sözünü çokça ettiğimiz cehalet, dünyanın ulaştığı bilgi düzeyinin çok altında olmaktır. Bu da dünyanın gerçeklerinden haberi olmadan yaşamaktır. Dünya konjonktürü, ne yazık ki bizi de Müslüman cahiller arasına kattı. Cahillik, toplum çoğunluğunun bilim, felsefe, sanat ve teknoloji habersizliği demektir. Fakat buna kızmak anlamsızdır. Bunun tarihi kökeni ve bugüne taşıyan mekanizması, bu toplumun kontrol edebileceğinden çok daha büyüktür. Bilgisizlik evrensel bir özelliktir. Trump’ı seçen Amerikan toplumunu düşünüp, kendimizden şikayetimizi hafifletebiliriz.

Çağdaş abra kadabra oyunu

Amerikan toplumu ile Türk toplumunu paralel doğrultuda oy vermeye yönlendiren nedir? Bunu da yabancı basın yeteri kadar dile getiriyor: Uluslararası kapitalizm. Çünkü propaganda iplerini elinde tutuyor. Toplumlar içinde gelir farkları (örneğin ABD’de 1/350), toplumlar arası gelir farkları, sınıf hatta ideoloji bilinci olmasa bile, iktidarlar tarafından, değişik adlar altında kullanılıyor. Örneğin adam kendinden 500 kat zenginle bir olup fakir okul hocasına saldırıyor. Bu tam bir çağdaş abra kadabra oyunudur.

Modern matematiğin dünyaya bakışı değiştirdiği bu çağda yaşıyoruz. Ama toplumun matematikten haberi yok!

İnsani ve ulusal sorumluluk

Her ülke gibi, Türkiye’de de iyi ve akıllı hiç olmazsa yüzbinlerce insan var. Günümüzde bu sağduyuluların insani ve ulusal bir sorumluluğu var. Vatan, millet sakarya edebiyatından vazgeçip, bizim dünyadan habersizliğimizin, neye mal olduğunu halka anlatmak: Toplumlar dünyayı bilmedikleri zaman, günlük yaşamlarında başlarına gelen ve gelecek olan bütün olaylar ve kazaların niteliğini de bilmiyorlar. Oysa bazıları sayısal olarak belli. Halkın, üretmeden otomobil, telefon almanın sadece ekonomik bir kölelik olduğunu öğrenmesi gerek!

İki kez büyük olduk

Türkiye tarihte iki kez büyük oldu. Avrupa tarihinde Türk göçer baskısını yerleşik ve fatih bir toplum olarak sürdüren uzun ömürlü bir imparatorluk olarak ve İslam dünyasında ilk laik Cumhuriyet’i kuran ulus olarak...

İkinci aşamada dünya standartlarına, insan hakları, özgürlükler, adalet alanında katıldık. Türkiye, Cumhuriyet devrimi ile “barbar Türkleri” neredeyse Avrupa koalisyonuna sokacaktı. Hristiyan ve Müslümanlar ilk kez Avrupa’da bir araya geleceklerdi.

Göktürkler'den sonra Türk adını kullanan, öz dilini yitirmemiş bir toplum olarak da tarihi konumumuz güçlüdür.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 224. sayısında yayınlanmıştır.


Doğan Kuban