Musiki, resim ve matematiksiz uygarlık olmaz!

Doğan Kuban
Musiki, resim ve matematiksiz uygarlık olmaz!

Kuran’da, Peygamber’in hadislerinde resim ve heykel zaten yapmayan bedevi Araplara, ‘resim ve heykel yapmayın!’ demenin anlamsız olduğu açık. Peygamber’in hadisleri Kuran’ı açıklamak içindir. Bunlarda Kuran’da olmayan bir şey olamaz. Peygamber yapılmayan etkinlikle ilgili bir şey söylemiş de olamaz.

Resim yasağı Ortodoks Kilisesi’ne karşı çıkan Bizans papazlarının uzun süre savundukları İkonoklast akımın İslam söylemine sonradan aktarılmasıdır. Bizans’ta bir grup din adamı İsa’nın ve Meryem’in insan kılığında resimlerinin yapılmasını ve Hristiyan halkın onların resimlerine canlı gibi tapmalarını uygun görmüyor, ikonlara ‘put’ olarak bakıyorlardı. İslam’da bu anlamda put olamazdı. Çünkü Allah’ın varlığı fiziksel olarak tanımlanmıyordu.

Bu uydurma yasağın Şam’da Emeviler zamanında sarayda çalışan bir ikonoklast papaz tarafından Müslüman düşüncesine sokulduğu düşüncesi inandırıcıdır. Bunun hadislere girmesi ise onların çoğunun sonradan uydurulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Hadis-i Sahih, sonradan uydurulan hadisler yanında çok azdır.


O sırada yazı olmadığı ve Kuran’ın bile ancak üçüncü Halife Hazreti Osman döneminde bir araya getirildiği düşünülürse, Kuran'da olmayan bir yasağın Hristiyan dürtüsü ile İslam yaşamına sokulmuş ve İslam kültürünün geri kalmasına neden olması acıdır. Kaldı ki bu yasak hiç bir zaman uygulanmamıştır. Büyük boyutta resim sanatının ve onunla birlikte, matematiğin ve bilimin gelişmesine engel olmuş, İslam kültürünün geri kalmışlığının belki de en önemli nedeni olmuştur.

Gerçi İslam tarihi boyunca, genelde sultanlar için hazırlanan minyatürlü kitaplarla delinen ve bugün unutulmuş olan bu yasağın, günümüzün kültürel geriliği ile ilişkisini anlamak zorundayız.

Uygarlığın ilk basamağı

Toplumların uygarlık aşamasına gelmesinin ilk basamağı sanat ve felsefedir (yani yaşam üzerinde düşünmek). İnsan zekâsı sayısal düşünce, görsel algı ve sesin örgütlü olarak katılmadığı bir kültürel gelişme tanımıyor. Mısır’da ve ve Yunan dünyasında uygarlığın temel öğeleri düşünce ve sanattır. Matematik, resim ve musiki bugüne kadar, uygar yaşamın ayrılamayan öğeleridir.

Musiki, resim, heykel ve bütün sanatlar, matematik, bilim, edebiyat ve felsefe kültür tarihinin içeriğidir. Bunlarsız yaşanamaz. Kaldı ki çağdaş teknolojinin ürettiği bütün araçların tasarımları, donanımları ve pazarlanmaları resim ve musikiden bağımsız değildir. Bir otomobil ulusal geleneklere göre tasarlanmıyor.

Bir tür köle yaşamı

Fotoğraf çeken, müzik yayan telefonlar, radyo, televizyon, reklam, duvarlarda politikacı portreleri, resim yasağını artık anımsamıyorlar. Konservatuar, konser salonu, hoparlör olmayan ülke bu çağdan değildir. Bir alışveriş merkezinde uydurma hadislere dayalı şeriat hükümlerinin uygun görmediği bütün şeytan işleri var.

Türk toplumları, dünyanın fakir ve gelişmemiş Müslüman kütlelerinin dini ortağı olarak davranmakla, çağdaş teknolojinin yarattığı her şeyin müşterisi olarak, iki kıble arasında beynamaz oldular. Bu açık çelişkiler 1,5 milyar Müslümanı daha fazla köleleştiriyor. Her yaptığının yanlış olduğunu düşünen bir toplumun yaşamı bir köle yaşamıdır.

Dünya egemenleri bunu bildikleri için, Müslümanların uluslararası prestiji çok düşük. İstendiği zaman dövülen bir fakir pazarının ortağı olursak Müslümanları, Afrikalı karalar, Brezilya’da orman yerlileri, ya da Pasifik yerlileri ile bir tutan Avrupalı, Amerikalı, Japon, Çinli ve Korelinin müşterisi, yani kölesi kalırız.

Resim, musiki, matematik, bilim, teknoloji yetersizliği ile ekonomik kölelik aynı. İthal kapıları kapansa Türkiye’nin dünya ile iletişim yapması olanağı yoktur. Gelişmiş teknolojinin kölesiyiz. Amerika’nın, Avrupa’nın Çin’in çekiştiği bir yerde, Türklerin etkisi olmadığını bilmemiz gerek. Nüfusunun tümü İstanbul’un yarısı kadar olan İsrail’in adam başına geliri Türkiye’nin dört katıdır. Bizim uçakları da İsrail’de tamir ediyorlar. Bu bir ulusal özgürlük tablosu mudur?

Gördüklerimin bana katkıları

Sevgili okuyucular,

Çağdaş aydın ve sanatsever Nihat Kömürcüoğlu, Denizli’de uluslararası taş heykel kolonisinin 2015 de kapanışı nedeniyle son açtıkları serginin kitabını göndermişti. Denizli, yaşamının farkına vardığım ilk Anadolu kentidir. Ortaokulun birinci sınıfını okuduğum Denizli kenti o zaman benim için dünyanın en güzel kenti idi. Eğirdir gibi bir cennet köşesinden gelmiş, Antik Yunan uygarlığının ocağına düşmüştüm.

Denizli su, taş ve güneşin birlikte ışıdığı bir dünya idi. Önce sularını hatırlıyorum, sokaklardaki açık kanalları, Pamukkale’yi, sonra bahçeli küçük evlerini, meyve ağaçlarını. O Anadolu’da şeytanlık, hırsızlık, kavga öğrenmedim. Ortaokulda genç, güzel ve ne yazık ki adını anımsamadığım fakat çok sevdiğim ve benim yüksek mühendis mektebini seçmeme neden olan matematik öğretmenim aklımdan çıkmıyor.

O yaşlarda gördüğüm Hieropolis, Afrodisiyas, Sagalassos, sonradan mimarlık tarihçisi olarak o yörelerin antik kentlerine öğrencilerimi götürme ve bunu yarım yüzyıl sürdürme irademi oluşturdu. Yaşamımın sanat ağırlıklı dokusunu yarattı.

1937’de Denizli 10-15.000 nüfuslu idi, bugün 650.000 nüfuslu bir sanayi kenti. Geçen yıl bölgede taş üreten bir firmanın kurduğu ”Kömürcüoğlu Uluslararası taş heykel kolonisinin” açtığı son serginin olağanüstü güzel kitabını almış, onur duymuştum. Fakat ‘Heykel Kolonisinin’ kapanışı haberini de birlikte verdiği için ağlamaklı oldum.

Anadolu tarihi bizi adam eder

Bir Türk sanat tarihçisi olarak ülkeyi içine düştüğü ölümcül krizden çıkaracak tek şeyin Anadolu tarihinin sunduğu heykel, resim ve mimari ve sanat mirası olduğuna inanıyorum. Buna Selçuklu çağı yontularını ve özellikle dünyanın en büyük yapıtlarından olan Divriği Camisi’nin büyük sanatçı Hürremşah’ın yaptığı taç kapıları da katmak gerek.

Denizli Müzesi’nin yıllarca süren etkinliğini, kadın-erkek Türk heykeltıraşlarının çalışmaları çağdaş bir uygar iradenin insanları bir araya getirerek, toplumun tarihini sanatla, resim ve heykelle, musiki ile nasıl birleştirdiğini düşünün! Bu toplumun büyük sanatsız geçirdiği yüzyılların bugünkü cahil ve vurdumduymaz davranışlarına temel oluşturduğunu, yansıdığını düşünerek, fakültede yarım yüzyıl söylediklerimin ve yaptıklarımın boşa gittiği hissiyle üzülüyorum.

Bir toplumun 21. yüzyılda, kendi yaptığı, özverili sanat etkinliklerini yok eden kadir bilmezliğinin büyük bir kültürel çöküntü işareti olduğuna inanıyorum. Fakat sanat ve bilimin politikadan çok daha eski ve temelli insan etkinlikleri olduğunu düşünerek, umutsuzluğa kapılmak istemiyorum.

Sergi kataloğunda sanatçıları yontularını, heyecanlarını, tutkularını ve taşla uğraşan bedenlerinin iradesini sergileyen fotoğraflara baktım. Hayat dolu, taşı yastık yapmış genç insanlar. Geleceğin Türkiye’si gökdelen mezarlıklarında değil, bu taş heykellerde doğacaktır.

O heykellere ve gençlere geleceğin garantisi, çocuklarım olarak baktım. Türkiye’yi içine düştüğü bilim ve sanat yoksulluğundan kurtarmak için dayanaksız ve boş inançlardan uzaklaşmak gerek! Türkiye müzelerindeki Antik heykellerin yok edilmesini düşünen sapıklar olabilir. Böyle olsa dünya Türkiye’yi devlet olarak kabul eder mi?

Doğan Kuban


Bu yazı HBT'nin 62. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban