Uygar toplumu yaratmak

Doğan Kuban
Uygar toplumu yaratmak

Avrupa düşüncesinin geliştirdiği uygarlık kavramının kesin bir tanımı yoktur. Çünkü her ulus ya da toplum, her tarihçi kendi uygarlığından söz ediyor. Eğer ‘Uygar’lık her toplumun kendi kültürüne özgü davranışlar bütünü olarak kabul edilse, Pigmelerle Almanların uygarlıkları eşit mi olacak? İstanbul, Viyana ya da Siirt arasında uygarlık farkı kalmayacak mı?

Bu saçma sonuç uygarlıkla kültür sözcüklerinin bazen aynı anlamda kullanılmalarından kaynaklanıyor. Bıçak taşıyanla kalem taşıyan, komşusuna yardım edenle, onu döven aynı kültür ortamının yarattıkları ve aynı uygarlığın üyeleridir. Aynı mahallede yalancı, hırsız ve namuslu birlikte yaşıyorlar. Aynı sosyal ortamda uygar davranış bağlamında farklı kişilikleri var.

Benim gibi sayısız insan, dünyanın bütün ülkelerindeki milyonlarla birlikte, Batı uygarlığının ölçütleri içinde davranıyor, onun ürettiği düşüncelerle besleniyor, ona katkı yapıyor. Bugün çağdaş kapitalizmin yeni bir sınıf strüktürü yaratacağı korkusu içinde yaşayan entelektüeller, son elli yılın yarattığı elektronik iletişim ortamında, bütün dünya yüzüne yayılmış, bir elit sınıfın üyeleridir. Bilim adamları, filozoflar, sanatçılar sade kendi içinde yaşadıkları kültür ortamının değil, dünya kültürünün ortaklarıdır. Bunun ulusal değerlerle ilgisi yok.


Ülkenin temel çelişkisi

Dünyaya sırtını dönmüş adam, kendi cehalet parametreleri içinde bir toplum tanımlarken, kendi üretiminin sınırlılığı ve sanayi üretiminin yetersizliği nedeniyle, uygar ülkelerin kölesi olduğunun farkında olmuyor. Cehaleti, kendi ulusal kimliğini korumaya da olanak vermiyor.

Türkiye’nin temel çelişkisi budur. Uygar toplum bütün üyeleri uygar olan toplum değildir. 20.Yüzyılda her ülke diktatör, zorba, hırsız, aptal devlet başkanı, büyük bilim adamları, sanatçılar, filozoflar ve iyi insanları da yetiştirir. Dünyanın dört köşesinde ‘hayır dernekleri’ de var, terörist örgütler de. Uygarlığı savunan bir ülkenin hükümeti zorba ve mütecaviz olabiliyor.

İnsanlığın yaşamı bir kumar masası etrafında oturan kumarbazlar topluluğuna benziyor. Bu durum bugüne kadar sürdü. Birleşmiş milletler örgütü zengin ve güçlü devletlerin baskısı altında. Demokratik, uygar bir ABD’nin başın George Bush, Almanya’ya Adolph Hitler gibi devlet başkanları geldi. Bir Budist toplumunda diktatör, dünyanın pek çok ülkesinde toplumun ulaştığı uygarlık düzeyinin çok altında politik liderler yetişiyor.

Uygarlığın saf örneği yok

Hiçbir insan uygarlığın saf bir örneği değil. Homo sapiens akılla donatılmış, ama akıl hırsız, zorba, haydut, yalancı, kumarbaz, namuslu, hoşgörülü, sevecen her insanda var. Akıl, doğru ve yanlışı aynı oranda üretiyor. İlahi adalet doğru ile eğri arasında insanlardan farklı düşüncelere sahip olmalı. Onun için insanoğlunun yaşamı da tahterevalli gibi. Biri yerde, bir havada. Biri doğru söylerse, biri yalan, biri iyilik yaparsa öteki kötülük yapıyor. Tarih de bunu doğruluyor.

Uygarlığın, bilim ve teknolojinin en gelişmiş olduğu çağda çıkan savaşlar tarihin en kanlı savaşları oldu. En zengin ve teknolojinin en gelişmiş ülkeleri birbirlerini yok etmeğe savaştılar. Kapitalizmin sınırsız, teknolojinin en gelişmiş olduğu ülke olan ABD öldürücü silahların da en çok üretildiği ülke oldu. Dünyanın eğitimde, teknolojide en gelişmiş ülkesi hala dini yobazlık, ırkçılık, savaş kışkırtılıcılık yapılan bir ülke. Genel geçer bir demokrasi anlayışını sürdürüyor. Uygar sıfatı taşıyor. 20. Yüzyıl savaşların galip ve mağlupları arasında bütün uygar ülkeler vardı.

Sevgili okuyucular

Dünya tarihi vahşilikten uygarlığa doğru, inişli, çıkışlı, fakat sürekli bir gelişme sonunda, insan varlığına görece daha saygılı, ‘Uygarlık’ olarak tanımladığımız bir aşamaya geldi. Uygarlık dünyaya eşit yayılmış değil. İstanbul’da, Paris ve Berlin’de yaşandığı gibi yaşanmıyor. Delhi, Pekin, Karaçi, Alma Ata, Viyana ile aynı koşullarda ve dünya görüşü ile yaşamıyor. Fakat uygar insan dünyanın her köşesinde var.

Farklı boyutlarda uygarlık

İstatiksel bir gerçek olan bu durum, toplum ve insan bağlamında farklı boyutlarda. Berlin’de İstanbul’dan daha kötü terörist ya da yalancı olabilir. Toplumun ulaştığı ortalama bir uygarlık standardının altında ve üstünde yaşayanlar var. Her ülkede dağılma homojen de değil. Viyana da uygarlık ölçütlerine uygun yaşayanlar İstanbul’dakilerin 50 katı fazla olabilir. Fakat Viyana’da İstanbul’dan beter bir sahtekar da yaşayabilir.

Toplumların arasındaki açlığın yaygınlığına, şiddetin çevremizde dolaştığına bakınca insanoğlunun uygarlığı dediğimiz insani gelişmeyi gerçekleştiremediğimizi söyleyebiliriz. Tarih boyunca insan toplumları uygarlık idealine ulaşamamışlar. Bugüne kadar devam eden kargaşada Sokrates de var, Hitler de. Şairler, ressamlar, bestekarlar, krallar, diktatörler, tüccarlar, haydutlar ve bütün bunların kombinezonları yaşamağa devam ediyorlar.

Bunca deneyimden sonra uygar toplumun gerçekleşmesi gerçekleşecek mi, yoksa uygarlık insan yapısına aykırı bir tanım mıdır? Yeniden tanımlamak istersek toplumdan mı, insandan mı başlayacağız?

Olasılıkla böyle bir sorunun yanıtını insanlar hiçbir zaman veremeyecekler. Tarih boyunca toplumsal örgütlenmenin her türlüsü bunu başaramadığına göre, ‘bugün insanların tümünü uygar yapma görevini devletlere ya da eğitim ve öğretime bırakalım’ diye düşünmenin anlamı yoktur. İnançlı bir kişinin tanrının yarattığı düzeni sorgulaması da anlamsız görülebilir. Fakat onlar için şikayet, dua ve dileme hakkı var.

Anlamakta zorlanılan konular

Uygarlık bağlamında anlamakta hala zorluk çektiğimiz durumlar var: Örneğin, İsa “bir yanağına tokat atılırsa öbürünü de çevir” demiş, o zaman Hıristiyanlar, ömür boyunca kurtulmağa çalıştıkları bir günahla neden doğuyorlar? Hıristiyan tanrısı insanları neden günahkar olarak dünyaya getiriyor? Tanrı nezdinde doğuştan günahkar olan neden dünya da günah işlemesin? Burada tarihi bir çelişki var: Müslümanlar günahla doğmuyor, fakat günahkar Hıristiyanlar daha uygar ve zengin. Biz de onları örnek alıyoruz.

Sevgili Okuyucular,

Toplum ya da devletten değil, insanın insana davranışından başlayarak uygarlık daha üst düzeye çıkarılabilir. Bilgiden değil sevgiden başlamak gerek. Uygar insan tanımı yeniden yapmak gerekmez. İnsanlık tarihi uygar insan, uygar davranış, uygarlık özdeyişleri, örnek insan dolu.

Örneğin İslam inancında uygar yaşama temel olacak bir ilke var: La ikrahe fid-din. ‘Din’de nefret yoktur!’ ilkesidir. Buna dayanarak, düşmanlık, kıskançlık, ötekileştirme yabancılaştırma, dışlama gibi toplum dengesini bozan ayrıcalık yaratan söylemlerden uzaklaşırsak, uygar bir toplum olmağa daha çok yaklaşırız. Kuran yalan yere Müslüman olduğunu söyleyenleri “Münafık” diye adlandırır.

Osmanlı devleti her inancı bünyesinde toplayan kozmopolit bir toplumdu. Bunlar bir arada yüzlerce yıl yaşadılar. Buradan başlayarak çağdaş yaşamda uygarlığı pekiştirecek bir davranışla sokağa çıkabiliriz. Birbirimize asık suratla, yiyecek gibi bakacağımıza, göz göze geldiğiniz zaman gülümseyebilirsiniz.

Gülmek sevgi ve insana saygı gösterisidir. Bu da uygarlaşmanın, yeterli olmasa da, temelidir.

Doğan Kuban


*Bu yazı HBT'nin 49. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban