Bu köşede bilim ve felsefe arasındaki ilişkiye odaklanıyorum. Fakat bu defa meseleyi biraz farklı bir açıdan ele alacağım. Felsefenin bilime olan pozitif etkilerinden ziyade bilimsel teorilerin 2500 senedir süren metafizik tartışmalarda nasıl dönüştürücü ve hatta kanıtlayıcı bir etkisi olduğunu evrim teorisi örneğinden yola çıkarak düşüneceğim.
Nörofelsefe adlı çağdaş ekolün önemli temsilcilerinden biri olan Daniel Dennett, Darwin’in Tehlikeli Fikri adlı kitabında evrim teorisini evrensel bir aside benzetir. Nitekim o geleneksel çoğu görüşü içerisinde eriterek ya onların ortadan kalmasına yol açtı (örneğin preformasyonizm, katastrofizm gibi) ya da mevcut görüşlerin yapılarını kaçınılmaz bir şekilde dönüştürdü.
Tüm felsefe tarihi varlığın ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, mevcut düzenini nasıl sağladığı gibi başlangıçta fizikten pek de farklı olmayan amaçlar barındırıyordu ki, tam da bu sebeple ilk Yunan filozoflarını aynı zamanda doğa filozofları olarak anarız. Onlar da evrenin kaos yerine kozmos olmasının, yani bir düzen içermesinin altında yatan ilkeyi, nedeni, aklı arıyorlardı. Daha sonra evreni düzenleyen bu akıl, orta çağ ile tanrıya dönüştü. Haliyle uzun bir süre canlı çeşitliliğinin de yaratılmış olması gerektiğini, sürecin kendisini düzenleyemeyeceğini, onun içindeki bu aklın ya da onda gördüğümüz bu düzenin Tanrının varlığının emaresi olduğu düşünmüştük.
Felsefe açısından Darwin’in en büyük etkisi tam da bu noktada açığa çıkıyor bence, ben önemini içkinlik-aşkınlık metafiziği bağlamındaki yer değiştirme ile okuyorum. Fakat önce içkinlik-aşkınlık nedir; ne kastediyorum biraz bunu açmam gerekiyor.
En temelde varlığın ne olduğuna dair düşünme demek olan metafizik iki şekilde yapılabilir: Ya siz bu metafiziği yani varlığa ilişkin sorgulamanızı varlığın kendisini aşan bir nedene bağlı olarak açıklarsınız ya da bu sürecin herhangi bir aşkın varlığa referans vermeden kendi kendisini organize ettiğini söylersiniz ve bu noktada bu içkinlik dediğimiz anlayışa döner.
Darwin’in mevcut evrim teorilerine katkısı süreci açıklayan bir mekanizma sunması idi; burada süreci yöneten ilkenin, aklın ve düzenin kendisi sürece ait. Evrim aşkın bir nedene dayanmaksızın işleyen bir sürecin, yani mümkün içkinliğin muazzam bir örneği.
Kendisine ait bir akıl mı var?
Burada ilgi çekici ikinci bir durum daha var felsefe açısından, aslında felsefe tarihinde oluşun ve sürecin içerisinde kendisine ait bir logosu (aklı) olduğundan söz eden bazı filozoflar vardı. Bu açıdan Darwin’in teorisi daha önce hiç konuşulmamış bir şeyi gösterdi diyemeyiz. Örneğin 17. yüzyılda yaşayan Baruch Spinoza, yukarıda bahsettiğim içkinlik metafiziğinin ünlü temsilcilerinden biriydi. Fakat Spinoza bir rasyonalist (akılcıydı), yani böylesi bir sonuca salt rasyonel süreçlerden yola çıkarak varmıştı. Böylesi koltuktan kalkmadan yapılan felsefeye spekülatif felsefe de denir. Gündelik konuşmada spekülasyon yapmak, olmayan bir şeyi iddia etmek anlamıyla olumsuz bir çağrışım barındırsa da felsefede bu deney gözleme dayanmayan düşünsel kurgu olarak ele alınabilir. Immanuel Kant, spekülatif felsefenin bir nevi entelektüel görü olduğunu söylemişti. Bu güzel bir vurgu, çünkü bir açıdan felsefenin bilimsel etkinliğe olası katkılarından biri bu anlamıyla spekülasyon imkânı da denilebilir. Bu spekülasyonların, yani henüz deneyle kanıtlanmamış varsayımların ufku genişletmek bağlamında olumlu bir etkisi olabilir.
Ama bu yazıda göstermek istediğim sürecin iki taraflı işlediği. Kimi zaman başta sadece spekülasyon niteliğindeki felsefi görüşler, bilimsel gelişmelerden faydalanır ve deney gözlem aracılığıyla bilimsel bir doğruluk kazanır. Sürecin kendi kendisini organize edebiliyor olması birkaç yüzyıl önce çok anlaşılır bir fikir değil iken, Spinoza gibi içkinlik metafizikçisi düşünürlerin söyledikleri başta gündelik sağduyu açısından sorunlu iken zamanı geldiğinde bilimsel gelişmeler de felsefenin gelişimine katkıda bulunuyor. Bu yüzden elbette Darwin bize varlık hakkında her şeyi açıklamamış olsa da, ki amacı zaten bu değildi, süreçlerin geleneksel olarak düşündüğümüzden başka türlü olabileceğine dair ilham verdi. Ve böylelikle eski içkinlik metafiziğinin tamamen spekülasyondan ibaret olmadığına dair kuvvetli bir kanıt oldu.
P. Dilara Çolak / pelindilaracolak@hotmail.com
Bu yazı HBT'nin 334. sayısında yayınlanmıştır.