Hayatın anlamını aramak bayat bir sorgulama mı oldu?

P. Dilara Çolak Y
Hayatın anlamını aramak bayat bir sorgulama mı oldu?

Aristoteles’in Metafizik adlı kitabından alıntılanan ünlü bir sözü vardır; “İnsanlar doğal olarak bilmek isterler.” Ben ise bu cümleyi aslına sadık kalarak bir parça değiştirecek ve şöyle diyeceğim; “İnsanlar doğal olarak anlamlandırmak isterler.” Nitekim bilişsel bilimleri kıta felsefesi ile birlikte yorumlayan çağdaş düşünür Shaun Gallager’ın dediği gibi “İnsan kendi kendisini tefsir eden bir hayvandır.”

Kendi varlığını anlamlandırma çabasının insan olmanın temel karakteristiğini oluşturduğunu söyledikten hemen sonra konuşulmaya değer olan öteki soru açığa çıkar; bu yanıtlanabilir bir arayış mı?

Felsefe adı verilen çatı etkinliğin alt disiplinlerinden bir tanesi olan epistemoloji neyin, ne ölçüde bilinebilir olduğunu göstermeye çalışır. Kimi zaman sorularımıza yanıt bulamayışımızın sebebi aslında soruyu yanlış sormamızdan kaynaklanır. Bu yüzden John Locke kendi epistemolojisini “Bilgiye giden yoldaki çer çöpü temizlemek…” olarak tanımlar.


O yüzden önce şunu soralım, “Yaşamın anlamı nedir?” sorusunu yanıtlamamızın önünde ilkesel olarak bir engel var mıdır? Bu yanlış bir arayış mı?

Bu konu ise bizi anlamın anlamına getirir. Eğer birlikte anlam dediğimiz şeyin nasıl bir niteliği olduğunu düşünürsek yaşamın bir anlamı var mı sorusunu yanıtlamak için ipucu bulabiliriz.

Bir şey ile karşılaştığınızda onun sizde yarattığı düşüncede doğar anlam. Anlam bir ilişkidir. Her zaman özne ve öznenin nesne edindiği şey ile kurduğu ilişkide açığa çıkar. Örneğin bir zeytin dalı sadece bir zeytin dalı da olabilir, barışın sembolü de olabilir. Ya da bir tapınağa baktığımızda gördüğümüz bu doğal malzemenin üst üste konulması ve biçimlenmesi yoluyla kutsalın anlamının serimlendiği bir mekana dönüşür. Buradaki kutsaliyet anlamını veren nedir? Mermerin kendisi mi? Benim onunla kurduğum ilişki mi?

Vurgulamaya çalıştığım şu, anlam doğası gereği saymacadır. Bir şey ile o şeyin anlamı arasında zorunlu bir ilişki yoktur. O halde “Neden trafik levhalarına baktığımızda aynı anlamı görüyoruz?” şeklindeki bir karşı çıkışa verilecek yanıt ise onun dizgeleşmiş olduğudur. Şey ve onun temsil ettiği anlamın üzerinde genel ölçekte uzlaşıldığı o kurallaşır. Aksi takdirde iletişim imkansız olurdu. Hem kendimizi, hem başkasını, hem bu dünyadaki varlığımızı düşünmek adına bir çeşit anlam sistemi yarattık.

O yüzden “Yaşamın anlamı nedir?” türevi bugünlerde bayatlamış gözüken felsefi soruların yanıtı bir açıdan çok basittir, hatta o kadar basittir ki bu sorulara binlerce yıldır tatmin edici bir yanıt verememiş olmamız şaşırtıcıdır.

Yanıtı nedir peki? -Biz ne anlam verdiysek o dur. Anlam bulunan değil, kurulan bir şeydir. İnsan olmaksızın, bütün zihinlerimizden bağımsız olarak varlığın kendi içerisinde anlamı nedir sorusu aslında anlamsız bir sorudur.

Bilimsel gelişmeler ve meta anlatıların çöküşü sonrasında hayatın anlamsızlığına çok çabuk ikna olmuş durumdayız. Ben ise şöyle düşünüyorum: yaşamın bir anlamı olmayabilir fakat yaşam anlamlı olabilir. Anlamlı bir yaşam sürme talebinde olmak ise hiçte boşuna bir uğraş değildir, uğruna yaşayacak bir yaşam için yeni anlatılar kurmalıyız. Bununla yeniden tek bir meta-anlatı kurarak dogma yaratalım demiyorum, çeşitli anlatılar ile çoklu anlamlandırma olanakları yaratmamız gerektiğini vurgulamaya çalışıyorum. Ben ve ötekinin, bireysel ve toplumsal olanın kaynaştığı; insan-doğa, insan-hayvan, beden-zihin gibi ayrımların silikleştiği, varlığı canlı organik bir bütün olarak görmemizi sağlayan yeni bir metafizik ve akabinde bu metafizikten hareketle yeni var olma ve anlam olanakları doğmalıdır.

Nitekim felsefe kavramının etimolojik kökenindeki Grekçe philosophia terimi bilgelik sevgisi, bilgeliğin peşinde olmak demektir; bilgiye erişip bırakmak değil. Kavramın kendisi dahi bize yaşama dair bir şeyler söyler. Çok fazla bilgi sahibi olmak insanı bilge yapmaz. Bilgelik bilgiyi kullanma kapasitesidir. O yüzden Aristoteles, “Bilginin amacı bilgi değildir, eylemdir.” der. O yüzden elbette felsefe, bize nasıl eyleyeceğimizi, yani elimizdeki bu yaşamı nasıl yaşayacağımıza dair de bir şeyler söylemelidir.

P. Dilara Çolak / pelindilaracolak@hotmail.com

Bu yazı HBT'nin 322. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak