Sanat ne işe yarar?

P. Dilara Çolak Y
Sanat ne işe yarar?

Felsefenin ontoloji, siyaset, mantık gibi şanlı kolları varken neden estetik ve sanatla ilgilendiğim soruluyor genelde. Sanıyorum çoğu insan sanatla ilgilenmenin zengin hobisinden öte bir şey olmadığını düşünüyor. Öyle ya iyi bir resim ya da heykel ancak ev dekore edebilir.

Her ne kadar geleneksel anlamda bir sanatçı olmasam da sanat deneyimini önemseyen, sanat üzerine düşünen bir izleyiciyim. Burada geleneksel anlamda sanatçı değilim derken kastettiğim, bireysel sanatsal üretimlerimizin dışında bir de büyük S’li “Sanat” var ki o, kendi tarihsel sürecine sahip sektörleşmiş bir alan. Elbette ben bu profesyonelleşmeden söz etmiyorum. Ama ben herkesin sanatçı olabileceğini hatta herkesin farkında olsun ya da olmasın yaşamın içerisinde sanat ürettiğini düşünüyorum.

Nasıl derseniz, birine seni özledim demek yerine sen yokken zaman daha yavaş akıyor dediğinizde, kullanılmış bir meyve suyu şişesine estetik dokunuşlar yaparak ondan yeni bir şey yarattığınızda, günbatımında ortaya çıkan sarı ve kızıl renklerden büyülenip telefonunuzla onu en iyi açıdan çekmeye çalıştığınızda aslında sanat üretmeye başlıyorsunuz. Yani doğrudan pratik bir fayda sağlamadığınızı bildiğiniz halde yine de yaratma dürtüsüyle harekete geçtiğinizde aslında siz de sanat üreticisi oluyorsunuz. Bu yüzden hepimizin sanatçı olma potansiyeli taşıdığını düşünüyorum çünkü bu insan olmanın özüne dair yaratıcı bir güç. O halde sanatı yaratma ve deneyimleme konusunda bilinçli bir farkındalık kazanmak yaşamlarımıza doyum getirebilir. En azından çoğu filozof böyle düşünmüştü.


Anlamsızlıkta anlam üretmek

Nietzsche’ye göre sanat, mutlak hakikatin yokluğunda insanın anlamsızlık denizinde savrulup durmasını engelleyebilecek tek gemidir. Kişinin hem kendi varoluşunu ve hem içinde yaşadığı dünyayı dönüştürmenin en iyi yoludur. Anlamsızlıkta anlam üretmeye çalışıyoruz daima, böylelikle hem yaşamı olumluyor, hem de bir bakıma kendimizi daha değerli, kutsal bir hale getiriyoruz. Aksi taktirde yaşam katlanılmaz olurdu.

Cicero, “Bir ressam, gölgelerde ve çıkıntılarda kim bilir bizlerin göremediğimiz neleri görür!” demişti. Bu da bizi sanatın ne işe yaradığı konusunda ikinci yanıta getiriyor. Sanat, nesnelerle kurduğumuz araçsal ilişki yüzünden gündelik hayatımızda farkında dahi olmadığımız başka bir yüzü ortaya çıkartabilir. Örneğin Vincent Van Gogh’un Bir Çift Ayakkabı adlı resminde kişiye hizmet etmiş bir ayakkabı, temsili dolayısıyla, artık araçsallığını yitirir. Böyle olunca ayakkabı bize bir hikaye anlatmaya başlar. Ayakkabı, ayakkabı olmaktan çıktığında anlam kazanır.

Bir başka açıdan, Aristoteles’in “katharsis” kavramıyla sanatın işlevi konusunda söyledikleri modernleştirilebilir, o, sanatın bizi sakıncalı tutkulardan arındıran bir işlevi olduğunu söyler. Sakıncalı tutkululardan arınmanın imkanı tartışılabilir, fakat duygusal bir gününüzde iyi bir komedi izlemenin ardından gelen rahatlama hissini kimse inkar edemez.

Bu da bizi bence sanatın sunduğu en iyi imkanlardan birine getiriyor. Robert Vischer adlı bir estetik teorisyeni, “einfühlung” (özdeşleyim) adını verdiği bir kavramla izleyicinin kendi gerçekliğinden çıkarak eserin kurgusal dünyasında kendini yeniden bulmasını ele alır. Bir roman okurken kendinizi hangi karakterle neden özdeşleştirdiğiniz veya bahsedilen kurgusal durumda siz olsaydınız hangi tavrı takınacağınız, aslında sanat deneyimi sayesinde kendi benliğimizi keşfetmemize yol açabilir.

Günümüzde üniversitelerde yüksek lisans programı olarak açılmaya başlamış sanat terapisi adı verilen branş tüm bu prensiplere dayanır. Böylelikle şeylerin sıradanlıklarını aşan bir farkındalıkla estetik bir görme geliştirme, anlam yaratarak yaşamı zenginleştirme, duygu salınımı dolayısıyla rahatlama, kendi bilincimizin karanlık noktalarına temas ederek kendinle tanışma gibi dört önemli nokta ile sanatın ne işe yaradığı sorusu yanıtlanabilir.

Ne demişler sanat uzun hayat kısa… Tüm dünya deneyimlerimizi tıpkı sanat deneyimi gibi estetikleştirmeyi başarırsak kim bilir belki yürümek dahi dans etmek kadar güzel olabilir.

P. Dilara Çolak

Bu yazı HBT'nin 238. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak