Sanayi 4.5 mümkün mü?

Öne Çıkanlar Teknoyaşam Toplum
Sanayi 4.5 mümkün mü?

“Bize ışıldayan her şey, ışığının arkasında bir şeyleri gizlemektedir. Her ışıldama belli bir zamanı geçireceğimiz bir körleşme anıdır; oyalanacağımız bir oyun alanı…” (Heidegger)

Türkiye’de henüz yeni olsa da özellikle Avrupa, ABD ve Japonya’da son 4-5 yıldır çok yoğun biçimde tartışılmaya başlanan bir kavram Sanayi 4.0 ya da 4. Sanayi Devrimi. Ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı son aylarda hemen hemen tüm ekonomi köşe yazılarına konu oldu. Hatta sadece ekonomi değil; sanat dallarından, reklamcılığa kadar çok geniş bir yelpazede kendisine önemli karşılıklar buldu. Nasıl bulmasın ki? Yepyeni bir paradigma Sanayi 4.0! Eskiye dair ne varsa, üzerini örtecek kadar yeni…

Sanayi 4.0’ın ne olduğu artık hemen herkes tarafından iyice özümsenmişken; Nesnelerin İnterneti (Internet of Things – IoT), Siber-Fiziksel Sistemler (Cyber-Pysical Systems – CPS), Akıllı Fabrika (Smart Factory) gibi terimleri “yeniden” açıklamayı bu yazının ilgi alanının dışında bırakalım. Burada Sanayi 4.0’ın ekonomik ve toplumsal karşılığını ve Yeni Türkiye için Sanayi 4.0 ve belki de Sanayi 4.5’in mümkün olup olamayacağını tartışalım.


Sanayide devrimler tarihi

Dördüncüsünü konuşmaya başlamadan önce ilk üç sanayi devrimini kısa hatırlayalım: İlki sanayileşmenin de başlangıcı kabul edilen, İngiltere’de ortaya çıkıp önce kıta Avrupa’sına, sonra da tüm dünyaya yayılan ve aletli üretim yerine makinalı üretimin hâkim olduğu, atölye tarzı üretim (manüfaktur) yerine de fabrika üretiminin geçtiği devrimdir. Birinci sanayi devrimi, üretimi muazzam düzeylere ulaştırmış, ikili sınıfsal yapıyı ortaya çıkartmış ve ekonomiler için büyümeyi olanaklı kılmıştır. Ekonomik ilişkiler için bir milattır 1. Sanayi Devrimi.

2. Sanayi Devrimi için genel kabul gören başlangıç ise ilk olarak Henry Ford’un otomobil fabrikasında uygulanan ve özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dönemde -Keynesyen harcamacı politikaların da etkisiyle- yaygın olarak benimsenen kitlesel üretim çağı olmuştur. Bu dönem Fordizm olarak anılmaktadır. Bu dönemin üretiminin karakteristik özelliği kayan bant sisteminin varlığıdır. Bu sistem tek tipe dayalı kitlesel üretimi olanaklı kılmıştır. 60’lı yılların sonlarına kadar fordizmin kitlesel üretimi ülkelerin üretime ilişkin temel stratejini oluşturmuştur. Rekabetteki yoğunlaşma ve tüketici tercihlerindeki çeşitlenme fordizmin sunduğu tek kalıp üretimi zorlamaya başlamış ve nihayetinde 73 petrol krizi sonrasında bu sistem çökmüştür.

Bir sistem çökerken diğerinin de tohumlarını atmaktaydı: 1968 yılında ilk kez geliştirilen programlanabilir makinalar 3. Sanayi Devrimi'nin de hazırlayıcısı oldular. Bu dönem ile birlikte üretimde fordizm yerini post-fordizme bıraktı. Programlanabilir makinalar gelişerek endüstriyel robotlara dönüşürken, bu dönemin öne çıkan firma ve ülkeleri, çeşitlenen tüketici tercihlerine cevap verme esnekliğini gösterebilenler oldu.

Şimdi tartışılan ve ilk olarak 2006 yılında ABD’de ama daha güçlü bir sesle 2011 yılında Almanya’da Hannover Fuarında dillendirilen Endüstri 4.0 (4. Sanayi Devrimi) artık üretim ilişkileri bütününde yeni bir yola işaret ediyor.

Zorunlu bir geçiş: Adaptasyon mu, transformasyon mu?

Ülkemizde özellikle madencilik ve tekstil gibi alanlarda çalışma koşullarının yaklaşık olarak 17. yüzyıl İngiltere’si düzeyinde olduğu düşünüldüğünde, en azından hatırı sayılır bir nüfusun bırakın dördüncüyü, ilk sanayi devrimiyle bile tanışmadığını söylemek abartılı olmaz. Hal böyle iken, iktidardan meslek örgütlerine, köşe yazarlarından kanaat önderlerine hemen her kesim Sanayi 4.0’a geçişin kaçınılmazlığını vurguluyor. Sanayi 4.0’a geçeceğimiz kesin de nasıl geçileceği konusunda biraz kafalar karışık. Bu geçiş adaptif mi (yumuşak) olacak, yoksa transformatif mi (sert) olacak?

Çeyizlik politikalar sandığı olarak Türkiye’de teknoekonomi politikaları

Şu bir gerçek ki, yeni uluslararası işbölümünde yer almak isteyen ülkeler için Sanayi 4.0’ı da kapsayan yüksek katma değerli üretim kaçınılmaz bir izlektir artık. Son 13 yıldır yüzde 12 ortalamayla büyüyüp de geçtiğimiz yıl birden yüzde 7’lik büyümeye kadar gerileyen Çin’in başbakanı, yaşananın mevcut büyüme stratejisinin (ucuz işgücüne dayalı büyüme) sonu ve yeni büyüme stratejisinin (yüksek katma değerli üretim) kaçınılmazlığına işaret eden bir zorunluluk olduğuna vurgu yapıyor. Sadece başbakanın vurgusu değil, Çin’deki devlet kapitalizmi artık yönünü daha fazla Ar-Ge’ye kaydırıyor. Birkaç yıla kalmaz, Apple ve Samsung’a taklit değil gerçek bir rakip çıkartabilir Çin.

Ülkemizde ise Sanayi 4.0 ve genel olarak teknoekonomi politikaları konusunda gelecek oldukça belirsizdir. Aslında plan yapmak konusunda oldukça iyiyiz, ah bir de uygulasak!

Cumhuriyetin ilk yıllarında rüzgar tüneli yapan, 1960’larda OECD’nin Pilot Takımlar Projesi’nde vizyon geliştiren ve nihayetinde ilk teknoekonomi belgesini (Türk Bilim ve Teknoloji Politikası: 1983-2003) 1980’lerin başında ilan eden Türkiye, bu dokümana ait ilk toplantıyı 1989 yılında gerçekleştirmiş ve 1992 yılındaki ikinci toplantıda da metnin adını Türk Bilim ve Teknoloji Politikası: 1993 – 2003 olarak revize etmiştir. Arada ve sonrasında yazılıp raflarda çürütülen; Bilim-Araştırma-Teknoloji Ana Planı, Bilim ve Teknolojide Atılım Projesi’nde olduğu gibi, Vizyon 2023 Projesi için de çok farklı bir sonuç beklemek mümkün değildir.

ABD, Almanya, Japonya, Güney Kore ve başarılı birkaç diğer örnek ülke uygulamalarının ortak özelliği, bilime verdikleri önem ve yazılı politikaların hayata geçmesi konusunda gösterdikleri kararlılıktır. Şu bir gerçek ki, bu ülkeler kadar değil, onların yarısı kadar bile çağdaş bilime, toplum yararına saygı duyup politikalarda kararlılık göstersek bırakın Sanayi 4.0’ı, Sanayi 4.5’e bile geçeriz.

Bu zihinsel, bilimsel ve etik dönüşüm gerçekleşmedikçe, Sanayi 4.0 ve benzeri tüm “parlak yenilikler” bizim gibi ülkeler için çeyiz sandığında saklı hiç açılmayacak düşler olarak kalmaya devam eder.

Doç. Dr. Sinan Alçın / İstanbul Kültür Üniversitesi, Ön Kuluçka Merkezi (fİKÜr) Direktörü