Uluslararası Ormanlar Günü’nde ormanlarımız ve ormancılığımız üzerine…

Gezegenimiz Öne Çıkanlar
Uluslararası Ormanlar Günü’nde ormanlarımız ve ormancılığımız üzerine…

Orman ekosistemlerini sizin de sevdiğinizi düşünüyorum. Özellikle gezegenimizin içinde bulunduğu şu virüslü günlerde orman ekosistemlerine de “fena halde” özlem duyduğunuzu sanıyorum. Bu düşünce ve sanımda yanılmıyorsam eğer, hiç olmazsa bir günlüğüne virüzsüz (!) bir tartışmaya katlanabileceğinizi umuyor, katkıda bulunmanızı dlyorum. Biliyorsunuzdur; 21 Mart, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) önerisiyle 2012 yılından bu yana “Uluslararası Ormanlar Günü” olarak değerlendiriliyor. Günün 2020 yılı gündemi, “Ormanlar ve Biyolojik Çeşitlilik” belirlenmiş. Ne yazık ki, içinde bulunduğumuz bugünlerde ülkemizde de “Günün” öngörülen amacı doğruitusunda etkinlikler yapılamayacak. Ancak, çaresiz de değiliz kuşkusuz. Bu düşünceyle, ben de elli yıllık bir orman mühendisi olarak bu “Günü” boş geçmek istemedim; artık koronavirüs ne der bilemem ?

Doç. Dr. Yücel Çağlar

Yasal baltalarla "ormanlarımıza" dah çok zarar veriliyor 


Biliyorsunuz, ülkemizde, hukuksal olarak “orman” sayılan yerler tüm dönemlerde devletin yönetiminde ve gözetiminde; 1945 yılından bu yana da tümüne yakın kısmı devletin mülkiyetinde olmuştur. Bu nedenle “orman” sayılan yerler ile başta orman ve maki ekosistemleri olmak üzere bu yerlerdeki tüm ekosistemlerin korunması, iyileştirilmesi, değerlendirilmesiyle ilgili her türden uygulamanın hukuksal düzenlemelere dayandırılması zorunlu olmuştur. Sözgelimi,

  • hem 1961 hem de 1982 Anayasalarında bu doğrultuda kurallara yer verilmiş;
  • başta 6831 sayılı Orman Kanunu olmak üzere çok sayıda yasa çıkarılmış;
  • onlarca yönetmelik yürürlüğe konmuş, yüzlerce genelge, bildirge hazıranmış;
  • tüm bu düzenlemeler onlarca kez değiştirilmiştir.

Oysa, orman ve maki ekosistemlerinin yönetiminde her türlü karar ile uygulamanın yol açabileceği sonuçlar ancak çok uzun zaman, örneğin en az 40-50 yıl geçtikten sonra, deyim yerindeyse, “elle tutulabilir, gözle görülebilir” duruma gelebiliyor. Dolayısıyla da orman ve maki ekosistemlerinin yönetimiyle doğrudan ve dolaylı olarak ilgili hukuksal düzenlemelerin sıkça değiştirilmemesi gerekiyor. Ancak, ülkemizde değiştiriliyor işte !. Öyleyse bu gerçeklikten hareketle şu “tezimi” ? öne sürebilirim:

Ülkemizde özellikle 6831 sayılı Orman Kanunu’nda 2000’li yıllarda yapılan değişikliklerin orman ve maki ekosistemleri yönetiminin gerekleriyle bir ilgisi yoktur !

Yeri gelmişken, bir anlamda “malumun ilamı” – “zaten bilineni bildirmekanlamında- olan bu “tezin” 2003 öncesinde de geçerli olduğunu söyleyebilirim.

Yürürlükteki ormancılık düzeninde, hukuksal olarak “orman” sayılan yerler ile bu yerlerdeki orman ve maki ekosistemlerinde olup bitenlerin anlamlı temelde tartışılabilmesi için söz konusu değişikliklerinin çeşitli yönleriyle sorgulanması gerekiyor. Bu yöntemsel gerek yerine getrildiğinde daha gerçekçi vargılara ulaşılabileceğini düşünüyorum. Sözgelimi;

  • yapılan değişikliklerin nedenleri,
  • yasada en çok hangi maddelerin değiştirildiği,
  • yapılan değişiklikler içerikleri,
  • değişikliklerin yapıldığı yılların ekonomik, toplumsal ve siyasal özellikleri,

vb konularda ayrıntılı, özellikle de tarihsel temelli sorgulamaların yapılması gerekiyor. Oysa yapılabildiğinde, sınıflı toplumlarda hukuksal düzenlemelerin temelde hangi amaçlarla yapıldığı, başka bir söyleyişle, daha çok hangi sınıfların yararına olduğu da çok daha kolay kavranabilecektir. Ancak, bu gereği yerine getirmek yerine, çoğu durumda anlamsız genellemelerle, “orman popülzmiyle” oyalanılıyor.

Öncelikli temel amaç, “devlet ormanı” sayılan arazilerdir, araziler!

6831 sayılı yasa da yapılan değişiklikler ile getirilen ek maddelerin içeriklerinin gözden kaçırılmaması gereken iki temel gerçeği ortaya koyduğunu düşünüyorum:

  • Siyasal iktidarlar, 1980’li yıllara değin ağırlıkla “devlet ormanı” sayılan arazilerin başta “orman köylüsü” sayılanlar olmak üzere kırsal nüfusa tarım, yanı sıra, yerleşme arazisi sağlamak çabasında olmuştur. Öyle ki, 1950’li yıllarda öncelik kazanan bu yönelim, 1960’lı yıllarda, özellikle Adalet Partisi iktidarları döneminde doruğuna çıkmıştır.
  • 1980’den sonra ise, yine “devlet ormanı” sayılan arazilerin ormancılık dışı amaçlarla kullandırılması yeni boyutlar kazanmıştır. Örneğin;
  • turizm sonra da madencilik, kentsel yerleşme, enerji başta olmak üzere için uzun dönemli -önce 49, sonra da 99 yıl !- “izin”, “irtifak hakkı tesisleri” ”, kiralamalar vb uygulamalar;
    • artık “orman” sayılmayan arazilerin – “2B arazileri”- işgalcilerine satışı;
    • bozuk ya da verimsiz –“boşluklu kapalı” - sayılan orman ve maki ekosistemleriyle örtülü “devlet ormanı” sayılan arazilerin özel meyve bahçelerine ya da “ağaç tarlalarına” dönüştürülmesi

gündeme gelmiş, giderek de yaygınlaşmıştır.

Doğaldır ki tüm bu uygulamalar hukuksal düzenlemelere, özellikle de 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2, 7-12, 16, 17, 52, 57 vb maddeleri ile ek maddelerine, bu maddeler gereğince çıkarılan yönetmelik, genelge ve bildirgelere dayandırılmıştır.

Öte yandan; açıktır ki, başlangıçta siyasal iktidarların daha çok “orman köylüsü popülizmiyle” gündeme gelen bu düzenlemeler ile uygulamalar, giderek doğrudan doğruya kolaycı sermaye birikimi için siyasal iktidara daha büyük olanaklar sağlar olmuştur.

Dünya genelinde özellkle 1970’den sonra giderek yaygınlaşan “doğa korumacı” duyarlılıklar, bu doğrultuda bağıtlanan ülkelerarası anlaşmalar ile sözleşmeler giderek ülkemizde de benzer yaklaşımlara yol açmıştır. Bu süreçte tarım arazlerinin, otlakların, orman ekosistemlerinin ekolojk yararları da daha çok önemsenir olmuştur. Öyle ki, ülkemizde, “geri kalmış” sayılan birçok ülkeden çok daha önce çeşitli korumacı çabalara girilmiştir. Örneğin 1961 Anayasasının 52 ile 131. Maddelerinde o yıllar için son derece ilerci sayılabilecek korumacı kurallara verilmiştir. Bu yaklaşım, sonraki yıllarda da sürdürülmüştür. Sözgelimi, 1982 Anayasası 43, 44, 45, 46, 56, 169 ile 170. Maddelerinde benzer içerikte anayasal kurallara yer verilmesinin yanı sıra 1983 yılında;

  • 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma,
  • 2872 sayılı Çevre ile
  • 2873 sayılı Milli Parklar

yasaları çıkarılmıştır. Ek olarak;

  • 1995 yılında 4122 Sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik,
  • 1998 yılında 4342 sayılı Mera,
  • 2005 yılında Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı

vb korumacı yasalar çıkarılırken çeşitli kurumsal düzenlemeler de yapılmıştır. Daha önemlisi, yurttaşlarımızın bu yöndeki duyarlılığı artmış, gönüllü korumacı çabalar gderek yaygınlaşmıştır. Ancak bir yandan bu çabalar sürdürülürken bir yadan da doğal süreçler, ortamlar ile varlıkların metalaştırılıp özelleştirilmesine yeni boyutlar kazandırılmıştır. Özellikle yap-satçılık -inşaatçılık- temelli ekonomik büyüme politikaları her türlü arazi gereksinmesinin artmasına yol açmış; kolaycı siyasal iktidarları da bu gereksinmeyi daha çok kamusal arazilerden karşılamaya yöneltmiştir. Doğrusu söylemek gerekirse ülkemiz arazi varlığı yönünden son derece varsıl: Örneğin, Tarım ve Orman Bakanlığı Arazi Edindirme ve Değerleme Dairesi Başkanı İmam Ali Özcan’ın açıklamasına göre (1);

“…tarım arazisi varlığımız yaklaşık 23 milyon 811 bin hektar ve ülkemiz yüzölçümü içerisindeki payı da yüzde 30,3 civarında. Bununla birlikte ülkemiz yüzölçümü içerisinde çayır-mera arazisi 14 milyon 617 bin hektar ile yüzde 18,6 oranında pay alırken, orman alanları ise 21 milyon 628 bin hektar ile yüzde 27,6 oranında pay alıyor. Ayrıca yerleşim ve diğer alanlar 16 milyon 857 bin hektar ile yüzde 21,5 ve su yüzeyleri de 1 milyon 571 bin 700 hektar ile yüzde 2 düzeyinde pay alıyor…”

“Orman”, yanı sıra, “otlak” sayılan arazilerin tümüne yakını Haznenin mülkiyetindedir. Ek olarak, Anayasanın 43. Maddesine göre “Devletin hüküm ve tasarrufu altında” olan kıyılar ise, ada kıyılarıyla birlikte 8333 km uzunluğundadır. Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Haznenin özel mülkiyetindeki toplam 25,6 milyon hektar arazinin “cinslerine” göre dağılımını aşağıdaki çizelgede görebilirsiniz:

Özellikle 2000’li yıllarda siyasal iktidarın tüm bu kamu arazilerini değişik amaçlarla kullanılmak üzere satma, kiralama, kullanım hakkı oluşturması, hibe vb yollarla özeleştirme çabasına girmiştir. Aşağıdaki çizelgede göreceğiniz gibi, bu çabaları sırasında arazi kullanım temelli çeşitli yasalarda da çok sayıda değişiklik yapmıştır:

Çoğunluğu kamu arazilerinin özelleştirilmesine dayanak olan bu değişiklikler, korumacı sayılabilecek yasalardaki kuralların yaşama geçirilebilmesini de büyük ölçüde zorlaştırılmış, kimilerini ise olanaksızlaştırmıştır.

İşte Anayasalar ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun “tavşana kaç, tazıya tut” içeriğindeki kuralları (2)

Yineliyorum: Ülkemizde “orman” sayılan yerlerin tümüne yakın bir kısmı her dönemde devletin olmuştur. 1945 yılında çıkarılan 4785 sayılı yasanın 1. Maddesiyle de “gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy, belediye, özel idare kamu tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar” devletleştirilmiştir. Ancak 1950 yılında, Demokrat Parti (DP) hükümetinin kurulmasından iki ay önce çıkarılan 5658 sayılı yasanın 1. Maddesinde;

“… Devletleştirilmiş ormanlardan Devlet ormanları içinde olmayan ve etrafı tarla, bağ, bahçe gibi kültür arazisi, özel orman, şehir, kasaba, köy merası ve Orman Kanununun birinci maddesine göre orman sayılmayan yerlerle çevrili olmak şartıyla Devlet ormanlarından tamamen ayrılmış bulunan köy, belediye tüzelkişiliklerine ve gerçek kişilere ait ormanlar, sahipleri veya mirasçıları istedikleri takdirde geri verilir.”

kuralına yer verilmiştir. Böylece “devlet ormanı” sayılan arazilerin özelleştirilmesi sürecinin de yolu açılmıştır (3).

Öte yandan; DP ise, iktidarının henüz üçüncü ayındayken, 17 Ağustos 1950 tarihinde çıkardığı Makilik ve Orman Sahalarının Birleştiği Yerlerde Orman Sınırlarının Tespitine Ait Talimatname’yle bu sürece yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu düzenlemeyle 1956 yılı sonuna değin 94,5 bin hektar “orman sayılabilecek maki” olarak ayrılabilirken 617,9 bin hektar maki de “orman” sayılmayarak ormancılık düzeni dışına çıkarılmıştır.(4) Ancak DP çok daha kötü bir şey yapmış; 6831 sayılı Orman Kanunu’nu çıkararak, olumlu kimi düzenlemelerin yanı sıra 3116 sayılı Orman Kanunu’nun birçok olumlu kuralını ya kaldırmış ya da sulandırmış; ek olarak, sakıncalı çok sayıda maddeyi de gündeme getirmiştir. Örneğin;

  • Maddesiyle “orman” sayılmayabilecek yerlerin kapsamını son derece genişletmiş;
  • maddesiyle “İklim, su ve toprak rejimine zarar vermeyen ve daha verimli kültür arazisi haline getirilmesi Ziraat Vekâletince uygun görülen ormanların, orman rejimi dışında bırakılması…”, yanı sıra, “…ve orman mefhumuna dâhil olduğu halde orman rejimine tabi tutulmasında bir fayda görülmeyen sahipli yerlerin serbest bırakılması(nı)…” olanaklı kılmış;
  • “orman” sayılacak yerlerin sınırlandırılmasına ilişkin işlemlerin beş yıl içinde bitirilmesi zorunluluğunu kaldırmış,
  • “orman köylüsü” sayılanlara, deyim yerindeyse “sus payı” niteliğinde birçok “hak” tanımış,
  • Orman Umum Müdürlüğü’nün elinde bulunan fabrika ve imalathanelerle sair bina ve tesislerin amme hizmeti bakımından satışında veya kiralanmasında mahzur görülmeyenlerin” satılması ya da kiralanması(nı)…” olanaklı kılmıştır.

Ancak, haksızlık yapmamalıyım: Uzun bir süre içinde, geniş bir katılımla hazırlanan 6831 sayılı yasanın ilk biçimiyle gündeme getirilen olumluluklar olumsuzluklarından daha fazladır. Giderek olumsuzlaşması ise 1961 Anayasasının 131. Maddesinin 1970 yılında değiştirilmesiyle başlamış; bu süreç hızlanarak, yanı sıra, yeni boyutlar kazanarak günümüze değin sürmüştür. Çünkü 1960’lı yılların ikinci yarısından sonra “devlet ormanı” sayılan araziler üzerinde yoğunlaşan “orman köylüsü popülizmi” ve tarım ile sanayi sermayelerinin arazi edinme baskılarına giderek yenileri, sözgelimi turizm, madencilik, yap-satçılık, enerji vb sermayelerinin baskıları da eklenmiştir. Nasıl olsa, 1982 Anayasasının 169 ile 170. Maddeleri bile, bu baskıları önlemek bir yana akla gelmedik olanaklar da sunuyor.

“Anayasal güvence” mi dediniz?

Sıkça düşünürüm:

  • 1961 Anayasasına “Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi” başlığı altında 131;
  • 1982 Anayasasındaysa “Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi” başlığı altında 169, “Orman köylüsünün korunması” başlığı altında da 170.

maddelerine neden yer verildi acaba? Tamam; orman ekosistemlerimiz ülkemizin “bekası” ? için çok önemli, bu önemine karşın hızla azalıyor; üstelik bu azalma da, bilinçli ya da bilinçsiz insanlarımız ile aymaz siyasetçilerin tutumlarından kaynaklanıyor. Peki öyleyse; 1970 yılında çıkarılan 1255 sayılı yasayla 1961 Anayasasının;

  • Maddesinin başlığı neden “Ormanların ve Orman Köylüsünün Korunması, Ormanların Geliştirilmesi” olarak değiştirildi;
  • maddesinde “Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar bulunan topraklarla şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir daraltma yapılamaz.” kuralına neden yer verildi acaba?

Öte yandan, anımsarsınız, 1982 Anayasası %91,4 oranla benimsemişti?. Bu oranı yalnızca baskılar vb nedenlerle açıklayanlara hiç mi hiç katılmıyorum; bir kez onu belirteyim. İşte bu Anayasanın “Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi” ile “Orman Köylüsünün Korunması” başlıkları atında yer verilen 169 ile 170. Maddeler var ya, tam anlamıyla “tavşana kaç, tazıya tut” deyimini akla getirecek kurallar içeriyor. Örneğin; 169. Maddeyle ülkemizdeki tüm “devlet orman” sayılan yerlerin, yanı sıra, orman ekosistemlerinin devlet tarafından korunmasını, genişletilmesini, işletilmesini; “özel orman” sayılan yerlerin ise yine devletin gözetimi altında değerlendirilmesi ancak kamu yararının bulunması durumunda ormancılık dışı amaçlarla kullanılması zorunlu kılındı. Ne güzel değil mi? Peki öyleyse;

  • maddeyle, “devlet ormanı” sayılan arazilerin, üzerindeki orman ekosistemlerini 31 Aralık 1981 tarihinden önce kaldırılıp tarım arazisi, yanı sıra, yerleşim yerine dönüştürülüp işgal edilmiş kısımlarının – “2B arazileri”- ormancılık düzeni dışına çıkarılması, “değerlendirilmesine”;
  • çok daha kötüsü, hem 169 hem de 170. maddesiyle hukuksal olarak “orman” sayılan, dahası, orman ekosistemleriyle kaplı yerlerin tarım alanlarına dönüştürülmesini –“2A arazileri”-, “orman içi köyler halkının” yerleşmesine “tahsis edilmesine” de

neden olanak veridi ?

Bu anayasal kurallar yürürlükteyken dış ve iç borçlarla yılana sarılmışçasına kıvranan AKP türünden bir siyasal iktidar ne yapar sizce; evet, bildiniz: Sözgelimi iktidara gelir gelmez yaklaşık 500 bin hektar “2B arazisini” parası olan herkese satmaya kalkışır. Öyle ki, bu amaçla Anayasayı bile değiştirme çabasına girer... Neyse ki, acemiliğine gelmiş de satamamıştır. Ancak, acemiliği geçer geçmez, 2012 yılında çıkardığı, sonra da 10 kez değiştirdiği 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun’la satışlara başlamıştır. Doğal olarak bu satışlar yap-satçılık temelli ekonomik büyüme politikasından beslenenlere, deyim yerindeyse “ilâç gibi” gelmiştir. Ne var ki, siyasal iktidar bununla da yetinmemiş; yine 6292 sayılı yasayla, “2A arazilerini” de Anayasanın 170. Maddesine aykırı olarak kullandırmaya başlamıştır.

Öte yandan aynı siyasal iktidar, Anayasanın;

  • Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.” kuralını da içeren 44;
  • yeni ormanların yetiştirilmesi” amacıyla kamulaştırma yapılmasına olanak veren 46,
  • Devlete, yanı sıra, vatandaşa “Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek” görevini getiren 56.

maddelerini bilmez, görmez, anlamazdan gelmeyi yeğlemiştir.

Anayasada bunlar oluyorsa yamalı bohçaya dönüştürülmüş 6831 sayılı Orman Kanunu’nda artık neler yapılmaz !

AKP gibi bir siyasal, toplumsal ve kültürel anlayışa sahip bir oluşum, doğal olarak, ekonomik politikalarını her türlü kamusal varsıllığı satmaya, özellikle de kamu arazilerini yanlısı yap-satçılara sunmaya dayandırır. Bunda şaşılacak bir durum yok bence; şaşılacaksa eğer, öncelikle hâlâ buna şaşıranlara şaşılmalı bence. Neyse, böylesi şaşkınların şaşkınlıkları bırakıp “tartışmamıza” ? dönelim.

Aşağıdaki çizelgede, 6831 sayılı yasada 1959-2002, yani AKP öncesi dönemde yapılan değişikliklerle, getirilen ek maddeleri görüyorsunuz:

Gördüğünüz gibi; 6831 sayılı yasa, 1956-2002 dönemindeki 47 yılda yalnızca 15 kez değiştirilmiştir: yıllık ortalama değişiklik; 0,32 ! Bu değişiklikler arasında, 1983 yılında çıkarılan 2869. Sayılı yasayla yapılanlara dikkatinizi çekerim: Ormancı teknokratların çabasıyla Cunta döneminde yapılan bu düzenlemelerin daha çok “devlet ormanı” sayılan yerlerin korunmasına, “devlet ormancılığı” düzeni üzerindeki toplumsal yükümlülüklerin azaltılmasına yönelik olduğunu belirteyim.

Şimdi bir de 2003-2019 döneminde yapılan değişiklikleri anımsayalım:

Gördüğünüz gibi, 6831 sayılı yasa 2003-2019 döneminde, 17 yılda 26 kez değiştirilmiştir; yıllık ortalama değişiklik 1,5 ! Başka bir söyleyişle, 6831 sayılı yasa 2003-2019 döneminde yılda 1956-2002 dönemindekinin tam 4,8 katı kez değiştirilmiştir.

Bu uzunca anımsatmalardan sonra artık 6831 sayılı yasanın benim öteden beri “dert edindiğim” maddelerinin başıcaları “tartışmaya” başlayabilirim.

Madde 1: Ben diyeyim orman ekosistemi, siz deyin “orman vasfını yitirmiş yer”…

Hukuksal olarak “orman” sayılacak yerler Maddede;

Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.”

olarak tanımlanmıştır. Bu tanım, 1956 yılından bu yana değiştirilmemiştir (5).

Öte yandan, örneğin, Maddenin;

  • G) bendine göre; “orman sınırları dışında olup, yüzölçümü üç hektarı aşmayan sahipli arazideki her nevi ağaç ve ağaççıklarla örtülü yerler” ile
  • J) bendiyle de “funda veya makilerle örtülü orman ve toprak muhafaza karakteri taşımayan yerler

hukuksal olarak “orman” sayılmayabiliyor.

Madde 2: Ah, şu 2. Madde yok mu ah !

Bu noktada;

“- 6831 sayılı yasanın maddeleri arasında ‘devlet ormanı’ sayılan araziler ile bu arazilerdeki orman ve maki ekosistemlerinin en büyük başbelası olanları hangileridir?”

sorusunu sorsanız, birazcık duraksadıktan sonra;

“- 2 ile 57. Maddesidir, yanı sıra, 2000’li yıllarda getirilen ek maddelerdir !”

yanıtını verirdim. Ayrıca ormancılığımızın da en büyük trajedilerinden birisidir 2. Madde ! Ancak büyük bir olasılıkla aklınıza hemen geleceğini düşündüğüm “2B”, daha açık bir söyleyişle, 6831 sayılı yasanın 2. Maddesinin “B” bendi değil; aynı maddenin “A” bendi bence. Kısaca açıklamaya çalışayım ama önce iki bendin de dayanağının Anayasanın 169 ile 170. Maddeleri olduğunu belirteyim.:

İlginçtir; başından beri ne Anayasadaki dayanağı olan kural ne de 6831 sayılı yasanın 2. Maddesinin “A” bendindeki nedense gerektiğince tartışılmadı, daha ilginci, günümüzde de tartışılmıyor. Kısaca açıklayayım:

Anımsayacaksınız, Anayasanın 170. Maddesinde;

“…bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir.”

kuralına yer verilmiştir. 6831 sayılı yasanın “A” bendi, sonradan “birazcık” (!) çarpıtılsa da bu anayasal kuralın gereği olarak düzenlenmiştir. Açıklıkla görüyorsunuz. “A” bendinde;

“…bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması(dan);

söz ediliyor. Bunun anlamı çok açıktır: Daha önce hukuksal olarak “orman” sayılan, meslektaşlarımın çok sevdikleri söylemle söylersem, “eylemli olarak ormanla” örtülü olan yerler hukuksal olarak “orman” sayılmayabilecektir. Her şeyden önce orman ekosistemiyle örtülü bir yerin “orman olarak muhafazasında yarar görülmeme(si)”  hiçbir durumda söz konusu olamaz ! Başına “bilim ve fen bakımından” koşulu da olsa, böyle bir değerlendirme kesinlikle doğu değildir. Ne yazık ki, siyasal iktidar bu anayasal ve yasal düzenlemeyi de bir “fırsata dönüştürmüştür”. 6292 sayılı yasa, siyasal iktidarın bu “uyanıklığının” bir “baş yapıtıdır. Oysa 6292 sayılı yasanın “A” bendiyle ilgili düzenlemeleri, deyim yerindeyse, “bal gibi” Anayasanın 170. Maddesine aykırıdır ! Sözgelimi, Anayasanın 170. Maddesinde yalnızca “orman içi  halktan” söz ediliyor. 6292 sayılı yasanın 4. Maddesindeyse “orman kenarı köylerden” de söz edilerek uygulamanın kapsamı genişletiliyor!

Öte yandan, 6292 sayılı yasadaki “A” bendiyle ilgili düzenlemeler 6831 sayılı yasanın 2. Maddesinin “A” fıkrasındaki kurallarla da çelişiyor. Anımsayacağınız gibi, 6831 sayılı yasanın “A” bendine göre;

Öncelikle orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi maksadıyla, orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler ile halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü yerlerden tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler(in)”

hukuksal olarak orman sayılmaması olanaklıdır. Oysa, 6292 sayılı yasanın 4. Maddesinde “yerleşim yerlerinden kaldırma” nedeni,

baraj veya gölet rezervuar alanları ile içme suyu maksatlı barajların mutlak koruma alanlarında, askeri yasak bölgelerde, deprem veya erozyon ya da heyelan tehlikesi bulunan alanlarda kalmaları

olarak sayılmıştır.

Şimdi kalkıp da, sözgelimi;

“AKP gibi bir siyasal iktidarın böylesi bir olanağa sahip olmasının yol açabileceği “devlet ormanı” arazisi yağmasına, bu arazilerdeki orman ve maki ekosistemlerinin yıkımlarına yürek mi dayanır?”

desem, bu, “önyargılı bir değerendirme” mi olur sizce?

Bu arada belirteyim: 6 Mart 2007 tarihinde 6831 Sayılı Orman Kanunun 2'nci Maddesinin (A) Bendine Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmeliği de çıkarılmıştır. Ancak, ne yazık ki onca aramalarıma karşın ne Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın bu dorultuda bir uygulamaya ulaşabildim. Ulaşamamış da olsam, “tezimi” bir kez daha yineliyorum:

6292 sayılı yasanın 6831 sayılı yasanın 2. Maddesinin “A” bendiyle ilgii düzenlemeleri;

  • Anayasanın 170. Maddesine aykırıdır;
  • 6831 sayılı yasanın 2. Maddesinin “A” bendiyle de çelşmektedir !

Şimdi gelelim 6831 sayılı yasanın 2. Maddesinin ünlü” “B” bendine…Ormancılığımızın dolayısıyla “devlet ormanı” sayılan arazilerin “başına örülen en büyük çoraplardan” birisi de, tüm kamuoyunun kısaca “2B” olarak andığı uygulamalardır. Anımsarsanız, dayanağı Anayasanın 169. Maddesi olan bu Maddenin “B” bendine göre;

“31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antepfıstığı, çam fıstığı -doğrusu “fıstıkçamıolacak)-) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları

hukuksal olarak “orman” sayılmayabiliyor. 1961 Anayasasının 131. Maddesinin 1970 yılında değiştirilmesinden sonra gündeme gelen “2B” uygulamalarıyla 2002 yılına değin 4,7 milyon dönüm arazi artık hukuksal olarak “orman” sayılmaz olmuştur. AKP, daha önce Anayasaya aykırı olduğu için herkese satışının önlenmesine karşın bu uygulamayı 2003 yılında, üstelik daha önceleri görülmedik gözü karalıkla yeniden gündeme getirmiştir. Bu amaçla Anayasayı bile değiştirmeye kalkışan AKP, 6292 sayılı yasayla satışlara başlamıştır. 2018 yılı sonuna değin ulaşılan satış sonuçları şöyle:

Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından yapılan satışlarla 2018 yılı sonuna değin “hak sahibi” sayılan 769 bin kişiye rayiç bedeli 22,3; satış bedeli se 11,4 milyar TL olan 2,1 milyon m2 “2B” arazisi satılarak 8,1 milyar TL gelir elde edilebilmiştir.

Ne var ki, “2B uygulamaları” bitmemiştir: 6831 sayılı yasanın 7. Maddesinde 1986 yılında çıkarılan 3302, 2003 yılında çıkarılan 4999, 2018 yılında çıkarılan 7139 sayılı yasalarla yapılan değişiklikler doğrultusunda sürdürülerek 2912-2019 döneminde “devlet ormanı” sayılan toplam 270,7 bin hektar arazi de artık hukuksal olarak “orman” sayılmamıştır (6). Hazine adına tescil edilecek bu araziler de satılacaktır kuşkusuz.

Madde 7-12: Ormancılığımızdaki “yap-boz-yap-boz-… oyunu !

Ormancılık yapılabilecek ya da yapılması gerekli görülen yerlerin öncelikle hukuksal olarak “orman” sayılması; doğal olarak daha önce de, yine hukuksal olarak “orman” tanımının yapılması gerekiyor. Yerine getirilmesi zorunlu bir başka hukuksal gerek de nerelerin “orman” sayılabileceği, yanı sıra, sayılmayabileceği kararının kimler tarafından nasıl bir süreç içinde alınabileceği ile nasıl kesinleşeceğinin düzenlenmesidir. Daha önce de belirttiğim gibi; bu gerekler ülkemizde de “orman kadastrosu” adıyla 6831 sayılı yasanın 7-12. maddelerinde yerine getirilmiştir. Açıktır ki, bu yaşamsal gereklerin;

  • ormancılık bilgisiyle donanmış uzmanların yanı sıra, tarım, yerleşme, kültür vb alanlarda yeterli bilgiye sahip, kişiler ile yerel bilirkişilerin oluşturduğu demokratik kurullarca,
  • ülkenin çok boyutlu genel arazi kullanım planlarına uygun olarak

yerine getrilmesi zorunludur. Ancak, ülkemizde çok boyutlu genel arazi kullanım planları hazırlanmıyor. Bu nedenle, ülkemizde, kadastro çalışmaları verili –“cari”?- ekolojik ve toplumsal koşullar göz önünde bulundurularak yürütülüyor. Öte yandan; 6831 sayılı yasanın 7. Maddesiyle, “orman kadastrosu” çalışmalarını yapacak “orman kadastro komisyonlarının” üye bileşimi, belirenmiştir. Dolayısıyla orman kadastrosu çalışmaları 2005 yılına değin ormancılık alanında uzman kişilerin -orman mühendislerinin- ağırlıkta olduğu bu kurullar tarafından yürütülmüştür. Ne var k, 2005 yılında çıkarılan 5304 sayılı yasayla 3402 sayılı Kadastro Kununu’nun 4. Maddesini değiştirilerek, ormancılık alanında uzman üyelerin azınlıkta olduğu “kadastro ekiplerinin” de “orman kadastrosu” yapabilmesi olanaklı kılınmıştır: Orman kadastrosu çalışmalarını hızlandırmak?gerekçesiyle yapılan bu düzenlemeye göre;

Çalışma alanında orman bulunması ve 6831 sayılı Orman Kanunu’na göre orman kadastrosuna başlanılmamış olması halinde, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti kadastro ekibi tarafından yapılır.”

Genel olarak kadastro, özel olarak da orman kadastrosu çalışmaları, arazi mülkiyeti ile kullanım ilişkilerinin çeşitli belirsizlikler taşıdığı ülkemizde her dönemde yaşamsal önem taşımıştır. Özellikle, “devlet ormanı” sayılabilecek arazilerin sınırlarının belirlenmesi söz konusu oduğunda bu önem daha da artmaktadır. Bu nedenledir ki, yukarıdaki çizelgelerde de görebileceğiniz değişikliklerle  gerek 6831 sayılı yasanın 7, gerekse 3402 sayılı yasanın 4. maddesinde 2000’li yıllarda yapılan değişikliklerle bu gereğin yerine getirilmesi hemen hemen tümüyle olanaksızlaşmıştır. (7) Ayrıca, kamuoyuna bu düzenlemelerin gerekçesi olarak açıklanan “orman kadastrosunu” bitirme amacı Mart 2020 tarhine değin bitirilemediği gibi, içinden çıkılması son derece güç çeşitli sorunlara da yol açılmıştır.

Madde 16: “En büyük madencilik, başka büyük yok”!

6831 sayılı yasanın 16. Maddesi, 2000’li yıllarda iki kez – 2004/5177 ile 2010/5995- yeniden düzenlenmiştir. Bu kapsamda iki yeni fıkra getirilmiş bir kez de kapsamlı bir fıkra değişikliği yapılmıştır. Şimdilerde de yürürlükte bulunan içeriğiyle maddenin bence önem taşıyan kurallarını şöylece özetleyebilirim:

  • “Devlet ormanı” sayılan yerlerde, yanı sıra, “hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlarda veya özel ormanlarda” maden arama, işletme ile bu amaçla yapılması zorunlu (!) tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve altyapı tesislerine, izin verilebiliyor ! Öyle ki; buralardaki tohum meşcereleri, gen koruma alanları, muhafaza ormanları, orman içi dinlenme yerleri, endemik ile korunması gereken nadir ekosistemlerin bulunduğu yerlerde bile madencilik yapılabiliyor.
  • Madencilik etkinliklerinin sonunda doğal yapısı bozulmuş “orman” sayılan yerlerin iyileştirilmesi gerekiyor. Gerekiyor ama belediyelere madencilik etkinlikleri nedeniyle alanda oluşan çukurların “inşaat ve hafriyat atıklarıyla” doldurmaları için “bedeli” karşılığında” ? izin verilebiliyor.

Ulaşılan aşamayı belirteyim:

Yalnızca 2012-2018 döneminde çeşitli madencilik etkinlikleri için verilen izinlerin sayısı ile “devlet ormanı” sayılan arazilerin genişliği şöyledir:

Kaynak: https://www.ogm.gov.tr/ekutuphane/Istatistikler; Ormancılık İstatistikleri 2018, Erişim   11 Mart 2020)

Bu vesileyle, aynı kaynaktan yararlanarak çıkardığım verilere göre, 2003-2011 döneminde;

  • 15,0 bin işletmeye “devlet ormanı” sayılan toplam 43,7 bin hektarda “maden işletme”;
  • 12,1 bin işletmeye de “devlet ormanı” sayılan toplam 16,0 bin hektarda “madencilik tesis”

izni verildiğini de belirteyim.

Öte yandan; tüm ormancılık dışı izinlerde olduğu gibi “devlet ormanı” sayılan arazilerde verilen madencilik izinlerinin yol açtığı ekolojik yıkımların sayısal boyutlarına indrgenmiş tartışmaları hiç anlamlı bulmadığımı belirtmeliyim.  Ülkemizde pek sorgulanmıyor nedense: Sözgelimi;

  • izin verilen “devlet ormanı” sayılan arazilerin yersel konumu;
  • izin verilen “devlet ormanı” sayılan araziler ile çevresinin, özellikle de bu arazilerdeki orman, maki, su vb ekosistemlerinin ekolojik özellikleri;
  • izin verilen yerlerin çevresindeki toplumsal, ekonomik ve kültürel yapısı;
  • izin verilen kişiler ile kuruluşların sınıfsal özellikleri, bu kapsamda izinlerin ekonomi politiği;
  • izin verme koşulları;
  • izin konusu arazilerdeki etkinliklerin denetlenmesi ile denetleme sonuçları;
  • izin verilen etkinliklerin bitirilmesinden sonra arazilerin ne denli ve nasıl iyileştirildiği, daha önemlisi, gerektiğince iyileştirilip iyileştirilmediği

vb konular gerektiğince tartışma konusu yapılmıyor. Dahası, altın madenciliğinin en son 20190 yılında Kazdağlarında yol açtığı binlerce hektarlık orman ekostemi yıkımı bile günlerce kesilen yalnızca ağaç sayısı boyutuyla tartışıldı.

Madde 17 ile Madde 18:

Her yer orman ekosistemi değil; ya çöplük, ya “vakıf üniversitesi”, ya mezarlık, ya…

Bilmeyen kalmadığını sanıyorum: TÜİK’in verilerine göre bu arazinin 23,1 milyon hektarı bitkisel üretim, 14,6 milyon hektarı çayır ve otlak -2001 Genel Tarım Sayımı; ne yazık ki daha yenisi yokmuş?- olarak kullanılıyormuş (!). Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre de 2019 yılında “orman” sayılan alan genişliği 22,3 milyon hektarmış.(8) Konut ve sanayi yerleşmeleri, park-bahçe, ulaşım vb  olarak kullanılan arazilerin genişliği ile ilgli güvenilir ve güncel veri bulamadım ☹ ne yazıkki. Demem o ki; tüm yüzeyinin 78,4 milyon hektar olduğu düşünülürse (9) ülkemizin ormancılık, bitkisel üretim ve hayvancılık yapılması gerekenler dışında, deyim yerindeyse, “dünya kadar” araziye sahip olduğu söylenebilir. Her türlü yerleşme, çoğu spor tesisi, alt yapı,  ulaşım vb yatırımların, savunma gerekleri dışında –üstün” ya da “en üstün” vb kamu yararı gibi her yana çekilebilen gerekçeleri anlamlı bulmuyorum- bu gibi arazilerde yapılabileceğini düşünüyorum. Bu nedenle, Anayasanın 169. maddesindeki “…Devlet ormanları… kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.” kuralının “devlet ormanı” sayılan arazilere, yanı sıra, bu arazilerdeki ekosistemlerine zarar verebilecek eylemleri engellemeyebileceğini hiçbir zaman düşünmedim. Ne yazık ki, gelişmeler de benim gibi düşünenleri haklı çıkardı. Aşağıdaki çizelgede hem 17 ile 18. Maddeyi hem de bu maddeye dayanılarak 2024 yılında yeniden düzenlenen ancak izleyen üç yıl içinde (2005, 2006, 2007) üç kez değiştirilen Orman Kanunu’nun 17/3 ve 18 inci Maddelerini Uygulama Yönetmeliği’nin 4 ile 5. Maddelerini bir arada sergiledim. İstedim ki, bu düzenlemeleri karşılaştırmalı olarak irdeleyebilesiniz:

Bu düzenlemeleri görünce büyük bir olasılıkla sizin de aklınıza şu soru gelmiştir: Yönetmeliklerle ilgili yasada olmayan kurallar getirilebilir mi? Getirilemeyeceğini sanıyordum.

Açıktır ki, “Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halindekoşulu yaşamsal öneme sahiptir; doğal olarak da bu koşulun eşanlı olarak var olup olmadığının kimler tarafından hangi ölçütler ya da göstergelere göre nasıl belirleneceği sorusunun yanıtlanmasını gerektiriyor. Yönetmeliğin yalnızca “İnceleme ve Değerlendirme” başlığı altında yer verilen 7. Maddede şöyle bir düzenleme yapılmış; yorum sizin:

“(1) Ormanlık alandaki taleplerde Bölge Müdürlüğü yapılan müracaatı öncelikle evrak üzerinde inceler, eksiklikler varsa on işgünü içinde müracaat sahibine bildirir. Eksiklikler tamamlanıncaya kadar talep değerlendirmeye alınmaz. Evrakın tam olması halinde heyet tarafından arazi üzerinde gerekli incelemeler yapılarak, talebin Devlet ormanlarına isabet eden kısımları için ön izin veya kesin izin raporu düzenlenir.”

“Heyet”? Ne heyeti bu;

  • kimlerden oluşuyor,
  • nasıl çalışıyor,
  • kararlarını nasıl alıyor vb?

Bu sorular Yönetmelikte yanıtlanmıyor ne yazık ki.

İşte ben, 6831 sayılı yasanın en çok da bu düzenlemelerin içime sindiremiyorum; haksız mıyım sizce? Bu soruyu şu çizelgeye bakıp gerektiğince sorguladıktan sonra yanıtlayınız lütfen:

“Devlet orman” sayılan” yerlerde yalnızca bu yatırımlar için izin verildiğini sanıyor olabilirsiniz. Ancak, acele edip böyle bir sanıya kapılmayın bence; daha 6831 sayılı yasanın ek maddelerine gelmedim

Madde 57: Yine dünyada bir ilk ?:

Ülkemizde “devlet ormanı” sayılan yerlerde özel badem, zeytin, ceviz vb bahçeleri

oluşturuluyor…

Olabilir mi demeyin; OGM bu, yaparsa oluyormuş işte. Öyle ki, OGM bir yandan kendisi oluşturmaya çalışıyor bir yandan da arazi, kredi, hibe yardımlarıyla özel kişi ve kuruluşlara oluşturtuyor ! Nasıl da kızıyorum, bilemezsiniz. Doğaldır ki bu çalışmaları “devlet ormanı” sayılan yerlerin dışında yapsa ya da yaptırsa, en fazla “onca tarım örgütü varken size mi kaldı” der, üzerinde bu denli durmazdım. Ancak, neredeyse tümüyle “devlet ormanı” sayılan arazilerde, üstelik de “bozuk” ya da verimsiz” yahut “boşluklu kapalı” saydığı yerlerdeki maki ve orman ekosistemler kaldırılarak… Buna benim canım mı dayanır ! Dayanmadığı içindir ki bu konuyu göreceli olarak daha fazla “tartışacağım”?

Osmanlı Devleti’nde yerel düzeyde yapılan ağaçlandırma çalışmaları ancak 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra giderek kurumsallaşmıştır. Ülkemizde bu alandaki ilk kapsamlı düzenleme ve uygulamalar ise, 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Orman Kanunu’yla başlamıştır. İzleyen yıllarda “devlet ormanı” sayılan yerlerin, üzerlerindeki orman ekosistemlerinin devlet tarafından korunması, iyileştirilmesi, işletilmesi ile özel mülk “orman” sayılan yerlerin de devletin gözetiminde yönetilmesi Anayasal bir zorunluluk olmuştur. Dolayısıyla, 1982 Anayasanın 169. Maddesinde

“…orman sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır.”

Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir.”

kurallarına yer verilmiştir. Anayasanın 46. Maddesiyle ise “yeni ormanların yetiştirilmesi” amacıyla kamulaştırma yapılması da olanaklı kılınmıştır. Böylece ülkemizde ağaçlandırma çalışmalarıyla doğrudan ilgili son derece kapsamlı hukuksal düzenleme alt yapısı oluşturulmuştur.

Öte yandan; 1956 yılında yürürlüğe giren 6831 sayılı yasanın 57-67. Maddeleri tümüyle ağaçlandırma konusuna ayrılmıştır. Yasanın en son 1986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasayla değiştirilen 57. Maddenin göreceli olarak daha önemli gördüğüm kurallarını şöylece özetleyebilirim:

  • Orman sahasını artırmak maksadıyla,
  • orman sınırları içinde yangın ve çeşitli sebeplerle meydana gelmiş açıklıklarda;
  • verimsiz, vasıfları bozulmuş ve amenajman planlarında toprak muhafaza karakteri taşımadığı halde muhafazaya ayrılmış orman alanları” ile,
  • Devlete ait olup orman yetişme muhiti şartları bakımından elverişli olan yerlerde”;

köy tüzelkişilikleri ve diğer gerçek ve tüzelkişiler tarafından Orman Genel Müdürlüğünce uygun görülecek planlara göre ağaçlandırma yapılabilir.

  • Köy, kasaba ve kentler yakınında devlete ya da öteki kamu tüzelkişilerine ait arazilerle gerekli koşulların bulunduğunda, ilgili kuruluşlar da istediklerinde yahut olurları alındığında bu kuruluşlarca oluşturulmak ve bakılmak koşuluyla orman idaresince ağaçlandırmalar yapılabilir. Bu yerler için gerekli fidan ile ağaçlandırma planları ile ağaçlandırma ile ilgili yardımlar bedelsiz sağlanabilir. Ağaçlandırılan alanı orman olarak koruyup sürdürmeyenlerden izin hakları geri alınır.
  • İmar ihya çalışması yapılacak bozuk koru ve bozuk baltalık ormanların da bu fıkra hükümleri uygulanır.
  • Mülkiyeti hazinede kalmak üzere bu ağaçlandırmalarla oluşturulacak orman ekosistemlerinden dan yararlanma biçimi, bu Kanunda yer alan hususi ormanlara ait hükümler göre yürütülür.
  • Bozuk ormanlardan çıkacak her nevi orman ürünü, üretim, taşıma ve diğer giderler kendilerine ait olmak üzere bu sahaları boşaltıp ağaçlandıracaklara tarife bedeli üzerinden pazar satışı olarak verilir.

Bu kuralların, dahası, bu kuralların uygulanmasını düzenleyen Ağaçlandırma Yönetmeliklerinin son derece önemsenmesi gerekiyor. “- Peki, ağaçlandırma popülizminin egemen olduğu ülkemizde bu gerek yerine getiriliyor mu?” derseniz, onu da söyleyeyim: Hayır, yerine getirilmiyor ! Bu nedenle, yıllardır öne sürdüğüm tezlerin kimilerini bu bağlamda da yineleyeceğim:

  • Madde “orman sahasını artırmak maksadıyla” düzenlenmiştir. Açıktır ki bu düzenleme ancak hukuksal olarak “orman” sayılmayan ancak sayılması gerekli görülen yerlerde yapılacak orman ekosistemi oluşturma amaçlı ağaçlandırmalarla yaşama geçirilebilir. Oysa, Maddenin izleyen tümceciğinde “orman sınırları içinde” yapılacak ağaçlandırma çalışmalarından da söz ediliyor. Bu, Maddenin başında yer verilen “orman sahasını artırmak maksadıyla…” amacıyla bağdaşmıyor.
  • Maddeye göre, maddede sayılan yerlerde “ağaçlandırma” yapılması gerekiyor. Öyle ki, ağaçlandırma çalışmalarının da “orman sahasını artırmak maksadıyla”, dolayısıyla orman ekosistemi oluşturma amacıyla yapılması zorunlu kılınmıştır. Oysa, Ağaçlandırma Yönetmelikleri, daha çok da ilgili genelgelerle devlet ormanı” sayılan arazilerdeki maki, yanı sıra, “bozuk” ya da “verimsiz” yahut “boşluklu kapalı” sayılan yaşlı, doğal orman ekosistemleri kaldırılarak yerlerinde özel, örneğin “tıbbi ve aromatik bitki” yetiştiriciliği ile cevizlik, kestanelik, bademlik, zeytinlik vb oluşturulması da olanaklı kılınmıştır.
  • Maddede “…köy tüzelkişilikleri ve diğer gerçek ve tüzelkişilerin” “özel ağaçlandırma” ile “özel imar ihya”, daha açık bir söyleyişle de zeytincilik, kestanecilik, bademcilik, cevizcilik yapabilecekleri hukuksal olarak “devlet ormanı” sayılan yerler arasında “yangın… sebebiyle… meydana gelmiş açıklıklar…” da sayılmıştır. Bu, açıktır ki, orman ya da maki ekosistemlerinde yangın çıkarma eylemlerini özendirebilecek bir düzenlemedir.
  • Köy tüzelkişilikleri ve diğer gerçek ve tüzelkişilerin” Maddede sayılan yerlerdeki “özel ağaçlandırma” ile “özel imar-ihya” çalışmalarının “Orman Genel Müdürlüğünce uygun görülecek planlara” göre yapılması gerekli kılınmıştır. Oysa OGM, “özel ağaçlandırmacıları” yönlendirecek planlama çalışmaları yapmıyor. Burada geçen “planlama” çalışması, uygulamada, tekil “projeler” olarak yapılıyor. Dolayısıyla, özellikle “devlet ormanı” sayılan yerlerde yapılacak ağaçlandırma çalışmalarının amaç, yer, zamanlama, teknik vb yönlerden tümleşik olabilmesi rastlantılara kalıyor.
  • Maddeye göre; “Mülkiyeti hazinede kalmak üzere bu ağaçlandırma sonucu meydana gelecek ormandan faydalanma usulü, bu Kanunda yer alan hususi ormanlara ait hükümler göre yürütülür.” Bu Anayasanın 169. Maddesindeki; “Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.” kuralına aykırıdır.
  • Yasanın 58. Maddesine göre; “Orman rejimine dahil veya yeniden orman tesis edilecek yerlerde havza bazında yapılacak ağaçlandırma, erozyon ve sel kontrolü, çığ ve heyelanların önlenmesi, ekosistemlerin korunup geliştirilmesi ve havzada yaşayan insanların hayat şartlarının iyileştirilmesi faaliyetleri, Çevre ve Orman Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili kuruluşlarla birlikte hazırlanan entegre projeler halinde uygulanır.” Ne var ki bu kural da uygulanmıyor.

Kısaca söylemek gerekirse;

  • özel ve tüzel kişi ve kuruluşların “devlet ormanı” sayılan yerlerde ne amaçla olursa olsun ağaçlandırma yapıp yararlanması, bu yerlerden yararlanmanın özelleştirilmesidir. Bu, Anayasanın 169. Maddesine aykırıdır;
  • özel ve tüzel kişi ve kuruluşların, yanı sıra, OGM’nin “bozuk” ya da “verimsiz” yahut “boşluklu kapalı” sayılan maki ve orman ekosistemleri içinde oluşturdukları meyvelikler ve zeytinlikler hem bu ekosistemlere olumsuz etkilerde bulunabilecek hem de orman işletmelerinin etkenlik düzeyini düşürebilecektir;
  • hiçbir planlamaya dayanmayan, yalnızca istenildiğinde ya da daha doğru bir söyleyişle keyfi olarak “revize edilebilen” projelerle yürütülen uygulamalar, “devlet ormanı” sayılan yerlerin yönetiminde kentsel arazilerin kullanımında yaşananlardan çok daha büyük yönetsel karmaşalara yol açabilecektir;
  • “devlet ormanı” sayılan yerlerde izin verile “özel ağaçlandırma” uygulamaları, en azından ilk yıllarda, akıl almaz kuralsızlıklara yol açmış; bu nedenledir ki ağaçlandırma yönetmeliklerinin sürekli olarak yeniden düzenlenmesi gerekmiştir.

Ne var ki, bu olasılıklar yalnızca 6831 sayılı Orman Kanunu’yla da sınırlı değildir. Sözgelimi, 1995 yılında TEMA’nın oluşturduğu kamuoyunun da etkisiyle çıkarılan 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu’nun 1. Maddesi şöyle:

Devlet ormanlarında, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki arazilerde, göl ve akarsu kenarlarında, tüzel kişilerin mülkiyet ve tasarrufundaki arazilerde, orman sahasını ve ağaç servetini çoğaltmak, toprak, su ve bitki arasında bozulan dengeyi kurmak, geliştirmek ve çevre değerlerini korumak maksadıyla, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarına ait esas ve usulleri düzenlemektir.

Yasanın 2. Maddesi ise, yine ilk görünüşte, yasanın 6831 sayılı yasanın 57. Maddesine koşut olarak düzenlendiği izlenimi veriyor:

“Orman sınırları içindeki; yangın hariç çeşitli sebeplerle meydana gelmiş olan açıklıklarda, amenajman planlarının ağaçlandırmaya ayırdığı sahalarda, Orman Bakanlığınca belirlenecek esaslar ve önceliklere göre ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmaları yapılmak üzere, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilere bedelsiz izin verilebilir.”

Neyse; gelelim Ağaçlandırma Yönetmeliklerine…

Ülkemizde ağaçlandırma çalışmalarının, ağırlıkla, 6831 sayılı yasanın 57-67. Maddelerine göre düzenlendiğini belirtmiştim.  Bu maddeler ağaçlandırma yönetmelikleri ve genelgelerle yaşama geçiriliyor. Öyle ki, ağaçlandırma yönetmelikleri, altısı 2003-2019 döneminde olmak üzere tam onbir kez değiştirildi (10). Bu değişiklikler ağaçlandırma gibi uzun dönemli bir etkinlik alanında da yapılıyorsa eğer, ortada önemli sorunlar var demektir. Çünkü;

  • ne gezegenimiz genelinde ne de ülkemiz özelinde, en azından bu denli kısa süreler içinde, ekolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel koşullar köktenci biçimde değişmiştir;
  • 6831 sayılı yasanın, başta 57 olmak üzere ilgili maddelerinde herhangi bir köklü değişiklik yapılmamıştır

Öyleyse, söylediğim gibi, söz konusu değişikliklerinin “özel” nedenlerinin olması gerekiyor. Bu “özel” nedenler şunlar olabilir mi acaba:

  • Genel olarak ormancılığımızı yönetenler, özel olarak da ağaçlandırma yönetmeliklerini hazırlayanlar, sonra da sıkça değiştirenler son derece bilgisiz ya da uzak görüş yeteneğinden yoksundur; ülkemizin, özellikle de ormancılığımızın içinde bulunduğu ekonomik, toplumsal ve kültürel koşullarından habersizdirler. Bu nedenledir ki, yaptıkları her düzenleme, öngöremedikleri yeni yeni sorunlara yol açıyor. Onlar da bu sorunları Yönetmeliği sıkça değiştirerek çözmeye kalkışıyorlar. Nasıl olsa; “suyun başında oturanlar” onlar; söz konusu yanlışlıkların ayırdında olabilenler ise ya değişikliklerden habersiz ya tepki gösteremeyecek denli güçsüz, ya korkuyor yahut da yapılan değişikliklerden yararlanmayı umuyor.
  • “Devlet ormanı” sayılan yerlerdeki orman ve maki ekosistemlerini kaldırıp yerlerinde özel meyve bahçeleri ya da “ağaç tarlaları” oluşturmak isteyenler öylesine açgözlü ki, sağlanan kolaylıkları bir türlü yeterli bulmuyor; sürekli olarak daha büyük kolaylıklar istiyorlar, gerektiğinde kuraldışı yollara başvurabiliyor. Bu kesimler o denli güçlü ki, OGM söz konusu kolaylıkların artırılmasına yönelik istemlerine karşı direnemiyor.
  • OGM, orman ekosistemi oluşturma amaçlı ağaçlandırma, toprak aşınımını önleme gibi yüksekli maliyetli çalışmaları ekonomik olarak, en azından gerektiğince yapamaz durumda; bu nedenle, bu sorumluluğunu yurttaşa “yıkma” çabası içinde çabasındadır.
  • OGM, özellikle 2003 yılından sonra, “bozuk” ya da “verimsiz” yahut “boşluklu kapalı” orman ekosistemlerini meyve bahçelerine dönüştürüp “orman köylüsü” sayılanların yararlanmasına sunarak onları siyasal iktidar yanlısı” yapmaya da çabalıyor olabilir.

Nedeni ne olursa olsun, ağaçlandırma yönetmeliklerinin bu denli sık, yanı sıra, köklü biçimde değiştirilmemesi gerekir. Öyle anlaşılıyor ki; yapılagelen “özel ağaçlandırma” ile “özel imar-ihya” uygulamaları bir türlü istenen/beklenen sonuçları vermemiştir. Sözgelimi, 1991-2019 döneminde yalnızca 141,3 bin hektarda “özel ağaçlandırma” ile “özel imar-ihya” çalışması yapılmıştır.

Öte yandan “özel ağaçlandırma” çalışmaları 2003-2010 döneminde düzenli bir artışla 2010 yılında 2005 yılında 10,5 bin, 2006 yılındaysa 11 bin hektara çıkmışken, izleyen yıllarda hızla düşmüş; örneğin, 2017 yılında ancak 1,4 bin hektar olmuştur. Çünkü;

  • 2011 yılında çıkarılan 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’yle Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü kapatılıp OGM’nin bir daire başkanlığı olarak yapılandırılmış;
  • “özel ağaçlandırma” ile “özel imar-ihya” uygulamalarında, başta “özel ağaçlandırma” ile “özel imar-ihya” izni verilebilecek “devlet ormanı” sayılan yerleri istekliler tarafından belirlenebiliyordu; ancak bu uygulamanın yol açtığı olumsuzluklar öyle boyutlar kazandı ki, bu durum, her nasılsa ayakta kalabilmiş namuslu teknokratların dirençlerine yol açtı.

Kısacası, OGM, “özel ağaçlandırma” ile “özel imar-ihya” uygulamalarıyla, deyim yerindeyse, “topal eşeğiyle özelleştirme kervanına katılmaya” çabalıyor. 23 Ekim 2019 günü yürürlüğe konulan Ağaçlandırma Yönetmeliği de, bence, bu çabanın en azından şimdilik son (!) ürünüdür.

Bu noktada bir kez daha yinelememde yarar var: Özellikle orman ekosistemi oluşturma amaçlı ağaçlandırma çalışmaları;

  • ekolojik, toplumsal, kültürel ve ekonomik boyutları bulunan,
  • uzun dönemli tümleşik –“entegre”- planlarla yürütülmesi zorunlu olan,
  • en geniş anlamda kamusal etkinliklerdir.

Tüm bunların yanı sıra ülkemizin, başlıcalarını aşağıda sergilediğim gerçekleri de, özellikle orman ekosistemi oluşturma amaçlı ağaçlandırma çalışmalarının, deyim yerindeyse, “ciddiye alınmasını” zorunlu kılıyor:

  • Ülkemizde “devlet ormanı” sayılan arazilerdeki orman ekosistemlerinin nitelik ve niceliği yetersizdir. Sözgelimi, 2019 yılında bile %43,1’i “verimsiz” –“boşluklu kapalı”- sayılıyor !
  • Orman ekosistemlerinin ülke yüzeyine dağılımı, ağırlıkla ekolojik nedenlerle son derece dengesizdir ancak bu nedenler aşılamaz değildir !
  • Çeşitli olanaklar sağlayan, yükümlülükler getiren hukuksal düzenlemelere karşın yurttaşlarımız, özellikle orman ekosistemi oluşturma amaçlı ağaçlandırmalara yeterince ilgi göstermiyor. Yurttaşlarımızın çoğunluğu ilgili kuruluşların özel gün ve haftalardaki törensi ağaçlandırma etkinliklerine katılma ya da katkıda bulunma çağrılarını yanıtsız bırakmıyor, “hatıra orman” (!) kurduruyor ancak ne OGM’nin ağaçlandırmalarını sorguluyor ne de kendi olanaklarıyla orman ekosistemi oluşturma amaçlı yatırımlara kalkışıyor.
  • Yaygın ve şiddetli toprak aşınımı ve taşınımı sorunu varlığını 2010’lu yıllarda bile sürdürüyor; öyle ki, bu süreç “orman” sayılan yerlerde de yaşanıyor. Ek olarak, seller, özellikle yukarı havzalardaki orman ekosistemlerinin azalma sürecine koşut olarak giderek daha yıkıcı olabiliyor.
  • Özellikle odun kökenli sanayinin hammadde odun gereksinmesi yurtiçinden yeterince karşılanamıyor; bu durum endüstriyel odun hasadının artırılmasına, bu da OGM’ye yönelik baskılara yol açıyor.
  • Orman ve maki ekosistemlerinde yangınlar ile tarla açma, hayvan otlatma ve yerleşme eylemleri önlenemiyor. Madencilik, enerji, turizm vb arazi temelli yatırımlar daha çok destekleniyor. Bu durum, “devlet ormanı” sayılan arazilerdeki orman ve maki ekosistemlerinin azalmasına, dolayısıyla ağaçlandırma gereksinmesinin artmasına neden oluyor. Ancak, bu süreç hukuksal olarak “orman” sayılan yerlerin genişliğinde bir değişikliğe yol açmadığından, siyasal iktidarın “ülkemizde orman azalmıyor, artıyor”? savına dayanak olabiliyor.
  • Tekniğine uygun olarak yapılamayan ormancılık çalışmalarının yol açtığı orman ekosistemleri azalması da – “orman” sayılan alan değil; bu alanlardaki orman ekosistemi varlığı!- daha çok ağaçlandırma yapılma gereğini pekiştiriyor.
  • Olağandışı desteklere karşın özel kişiler ile kuruluşlar ağaçlandırma çalışmalarını daha çok “devlet ormanı” sayılan arazilerde yapıyor; çoğunlukla da meyveli ağaç ve ağaççık ya da hızlı büyüyen türleri kullanıyor. Böylece hem “devlet ormanı” sayılan arazilerden yararlanma olanaklarının örtük olarak özelleştirilebiliyor hem çeşitli ekolojik sorunlara yol açılıyor hem de ormancılık çalışmalarının öncelikleri değiştirilip etkenlik düzeyleri düşürülüyor.

Oysa ülkemizde özellikle orman ekosistemi oluşturma amaçlı ağaçlandırma alanında da;

  • ekolojik koşulların son derece uygun olduğu ortamlar azımsanmayacak genişliktedir;
  • önemli bilgi ve deneyim birikimine ulaşılmıştır;
  • gerekli hukuksal düzenlemeler vardır;
  • uygun nitelik ve nicelikte işgören –“personel”-, araç ve gereç, fidanlık, araştırma, tesis vb olanakları yeterlidir;
  • en son 2015 yılında çıkarılan Orman Genel Müdürlüğü Döner Sermaye İşletmesi Yönetmeliği le Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Hizmetlerine İlişkin Yönetmelik uyarınca küçümsenemeyecek büyüklükte parasal kaynak ayrılabilmektedir;

Gerçekler böyleyken, özellikle orman ekosistemi oluşturma amaçlı ağaçlandırma gerçekleşmeleri şöyle olmuştur:

2003-2019 döneminde;

  • 3,8 milyon hektar “rehabilitasyon” (11);
  • 1,1 milyon hektar “erozyon kontrolü”
  • 630,1 bin hektar “ağaçlandırma”,
  • 191,2 bin hektar “suni gençleştirme”,
  • 112,4 bin hektar “özel ağaçlandırma”,
  • 47,2 bin hektar “enerji ormanı tesisi”

çalışması yapılmıştır.

Ek olarak; 2003-2019 döneminde 112,4 bin hektarda yapılan “özel ağaçlandırma” ile “özel imar-ihya” çalışmalarının da önemli bir kısmının orman ekosistemi oluşturma amaçlı olmadığı gözden kaçırılmamalıdır.

***

Ne dersiniz, ülkemizde, orman ekosistemleri oluşturma amacıyla yapılan ağaçlandırma çalışmalarında da, deyim yerindeyse, “kaş yapılırken göz çıkarılmıyor mu”? Sözgelimi; şu sorular yanıtlanabildiğinde bu soruya da gerçekçi bir yanıt verilebilecek

  • “devlet ormanı” sayılan arazilerin özel meyve bahçelerine, “ağaç tarlalarına” dönüştürülmesinin ekolojik getirileri ile götürüleri nelerdir;
  • daha çok “devlet ormanı” sayılan arazilerde yapılmasına indirgenmiş “özel ağaçlandırma” olanaklarından daha çok kimler yararlanıyor;
  • “orman” sayılabilecek alanlar ne denli artırılabiliyor;
  • “devlet ormanı” sayılan yerlerdeki orman ekosistemlerinin yapısal özellikleri ne yönde değişiyor;
  • orman ekosistemi oluşturma amaçlı ağaçlandırma çalışmalarında olası iklim değişiklikleri gerektiğince göz önünde bulunduruluyor mu;
  • …vb?

Ne yazık ki, görünüşe bakılırsa, en “ilgili” ya da “duyarlı” sayılan kişi ve kuruluşlar arasında bile, böyle bir çabaya girmek gibi “dertleri” yok.

Öte yandan, ülkemizde, yalnızca tarım yapılabilen yerlerde değil, tüm arazileri kapsayacak genel araz kullanım planlaması yapılmıyor. Buna yakın içerikte olabileceği söylenebilecek mekânsal strateji planı çalışmaları ise 2011 yılında çıkarılan 644 sayılı KHK’yla gündeme geldi. Bu amaçla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü oluşturuldu. Bu birimin yönetiminde 2012 yılında başlatılan “Mekânsal Strateji Planlaması Hazırlama, Uygulama ve İzleme Süreci Yöntem ve Esaslarının Belirlenmesi Projesi” ise henüz bitirilemedi; 2020 yılında bitirilebileceği öne sürülüyor. Dolayısıyla; ekolojik koşulların yanı sıra toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak ülkemizin nerelerinde -yalnızca hukuksal olarak “orman” sayılan arazilerde değil ! hangi amaçlara ormancılık, dolayısıyla da orman ekosistemi oluşturma amacıyla ağaçlandırma yapılması gerektiği bilinmiyor. Bu yoksunlar nedeniyle yapılabilen en başarılı ağaçlandırma çalışmaları için bile ben şu değerlendirmeyi yapıyorum:

“Saldım çayıra, Mevlâm kayıra”!

Ek maddelerle 6831 sayılı Orman Kanunu “yamalı bohçaya” dönüştürülüyor !

Bana öyle geliyor ki, hukuksal düzenleme geleneğine torbalanmış yasaların yanı sıra bir de ek madde uygulaması getirilmiştir. Düşünebiliyor musunuz; 6831 sayılı Orman Kanunu’na 1956-2002 döneminde yalnızca 6 ek madde getirilmişken bu sayı, 2003-2020 döneminde ise 11 olmuştur. Oysa Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği’nin 16. Maddesinin 1. fıkrasına göre;

Mevzuatta yapılacak yeni düzenlemenin mevcut maddelerden birine eklenememesi ve mevcut maddelerin sıralamasına uygun düşmemesi durumunda ek madde uygulamasına gidilir.”

Daha açık bir söyleyişle; “Ek madde uygulamasına ancak, kod kanunlarda – “asıl yasa”- YÇ- değişiklik yapılmak istendiğinde ve bu değişikliğin mevcut maddelerden birinde yapılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulur.”(12) 6831 sayılı yasaya, özellikle 2003-2020 döneminde getirilen ek maddelerin en azından çoğunluğunun böyle bir amacın ürünü olduğunu düşünemiyorum. Bana kalırsa 2000’li yıllardaki ek madde üretkenliği?, temede, siyasal iktidarın asıl yasadaki düzenlemelerin temel amacıyla uyuşmazlıkları gözden kaçırma çabasından kaynaklanıyor. Getirilen ek maddelerin;

  • ekolojik, ekonomik, toplumsal ve hukuksal gerekçeleri,
  • zamanlaması,
  • içerikleri le
  • çokluğu,

bu düşüncemin yersiz olmadığını ortaya koyuyor bence.

Neyse; uygun deyimle,“Günahları boyunlarına” (!) deyip 2000’li yıllarda 6831 sayılı yasaya getirilen ek maddelerin getirileri ile götürülerini “tartışmaya” açabilirim sanırım (13).

Kaynak: Pin on Dilmah Conservation #Naturetoon

 

Yamalı Bohça: 6831 sayılı Orman Kanunu

6831 Sayılı Yasaya

2003-2019 Döneminde Getirilen Ek Maddeler

“Tartışmalar”
Ek Madde 7 2003 yılında çıkarılan 4999 sayılı yasayla 6831 sayılı yasanın pek çok maddesinde son derece köktenci değişiklik yapılmış; yetmiyormuşçasına br de Ek Madde 8 ile Ek Madde 7 getirildi. Ek Madde 7, 6831 sayılı yasadaki para cezalarını güncellenme yöntemi değiştirildi.

Ek Madde 8’yle ise, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’na uyarınca “milli park”, “tabiat parkı”, dahası, “tabiatı koruma alanı” olarak ayrılan yerler ile bu yerler üzerindeki yapı ve tesislerin, yirmidokuz yıllığına kiralanması olanaklı kılındı. Oysa, “tabiatı koruma” alanları, 2873 sayılı yasanın hâlâ yürürlükte bulunan 2. Maddesinin “c” bendinde;

bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve mutlak korunması gerekli olup sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış tabiat parçaları

olarak tanımlanıyor. Madde daha sonra iki kez değiştirilmiştir.  2019 yılında yapılan değişiklikle kiralama süresi yirmidokuz yıldan yirmi yıla indirilmiştir.

Öte yandan kiracıya getirilen, ilgili bakanlıkça belirlenen yerlerde kiralanan alanın “beş katı kadar ağaçlandırma yapma zorunluluğu” ise 2004 yılında “Kiracı her yıl, yıllık kira bedelinin yüzde beşi tutarında bir ödemeyi, ağaçlandırma bedeli olarak…” ödemesi olarak düzenlenmiştir.

Bu düzenlemeler siyasal iktidarın özellikleri, yanı sıra, amaçları nedeniyle özel korumaya alınmış en geniş anlamda alanları bile gelir kaynağı olarak kullanabileceğini bu bağlamda da açıklıkla ortaya koyuyor. “Sineğin bile yağını çıkarmak” bu olsa gerek !

Ek Madde 8
Ek Madde 9 Ülkemizde arazi gereksinmesi duyulduğunda  siyasal iktidarların aklına ilk gelen “devlet ormanı” sayılan yerler oluyor. 2008 yılında çıkarılan 5801 sayılı yasayla getirilen Ek Madde 9’la; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünce yapılacak spor tesislerine” 6831 sayılı yasanın 17. Maddesine göre izin verilmesini olanaklı kılınmıştır.

Öte yandan, sonraki yıllarda Ek Madde 9’a tam 5 yeni fıkra getirilmiştir. Bu fıkralarla “Devlet ormanı” sayılan yerlerde;

ü köylere ve bağlı yerleşim birimlerine yönelik yol, su, atık su, gölet, mezarlık ve altyapı hizmetleri;

ü gerçek ya da özel hukuk tüzel kişileri yahut vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumları dışındaki yükseköğretim kurumlarına eğitim ve araştırma tesisleri;

ü izin verilen alanlar içinde izin sahibi yükseköğretim kurumuna veya Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü’ne yurt yapma;

ü erişme kontrolü uygulanan karayollarındaki ulaştırma yapıları ve müştemilatı olan hizmet tesisleri ile bakım işletme tesisleri

ü demiryolu, otoyol, devlet ve il yolları ile su isale hatlarının yapımında zorunlu olarak ortaya çıkan kazı fazlası malzemeyi depolama

izni verilmesi olanaklı kılınmıştır.

 

  6831 Sayılı Yasaya

2003-2019 Döneminde Getirilen Ek Maddeler

“Tartışmalar”
  Ek Madde 10 2009 yılında çıkarılan 5801 sayılı yasayla getirilen Ek Madde 10’la, “2B” uygulamasıyla artık hukuksal olarak “orman” sayılmayan yerler üzerinde, çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten sonra hak kazanılması engellenmiştir.
  Ek Madde 11 2010 yılında çıkarılan 6001 sayılı yasayla getirilen Ek Madde 11’le, 6831 sayılı yasanın ilgili maddelerine  dayanarak izin alanlara getirilen akçalı yükümlülükler düzenlenmiştir. Bu kapsamda kiralama bedeli alınmama durumları ve koşulları da düzenlenmiştir. Ek olarak; yap-işlet-devret yönteminin “devlet ormanı” sayılan yerlerde yapılacak tesisleri kapsayacak biçimde yaygınlaştırıdığını belirtmeliyim.

Öte yandan, 2013 yılında çıkarılan 6444 sayılı yasayla Ek Madde 11’ye

Sağlık ve eğitim tesisleri yapılması maksadıyla verilen izinlere konu tesislerin kamu özel iş birliği modeli çerçevesinde yaptırılması veya mevcut izinli tesislerin yenilenmesi hâlinde ilgili bakanlıkların talebi üzerine yüklenici adına üst hakkı tesis edilebilir. İzinler ilgili bakanlıklar adına devam eder. Adına üst hakkı tesis edilen yükleniciden ağaçlandırma bedeli dışında kira dâhil başkaca hiçbir bedel alınmaz.”

getirilmiştir. Yaşasın “kamu özel iş birliği modeli”!

  Ek Madde 12 İşte size “devlet ormanı” sayılan arazlerdeki “bozuk orman” ya da “verimsiz orman” sayılan orman ekosistemleri, “orman içi açıklık”, “yangın ve çeşitli sebeplerle meydana gelmiş açıklıklar” vb yerlerin OGM eliyle başta zeytin olmak üzere, “odun dışı orman ürünü” veren ağaç ve ağaççık türlerinden bahçelere dönüştürülmesine dayanak olan bir düzenleme !

Ek Madde 12’yle ülkemizdeki;

ü  “devlet ormanı” sayılan yerlerdeki ““bozuk veya verimsiz orman” sayılan maki ve orman ekosistemleri ile

ü  çevrelerindeki orman ekosistemlerinin, özellikle de yabanıl yaşamın varlığını sürdürebilmesi için yaşamsal önemde ekolojik işlevler görebilen “orman içi boşluk alanların

hem gerçek ve özel kişilerin hem de “bizzat” OGM tarafından meyveliklere, zeytinliklere dönüştürülmesine olanaklı kılınmıştır.

Bakın, bu madde dayanılarak yapılan uygulamaları yapanlar nasıl açıklıyor:

"Orman ve Su İşleri Bakanlığı’mızın 2015-2019 yıllarını kapsayan 5 yıllık Delice (yabani zeytin) Eylem Planı kapsamında Mersin İli’nde 27.000 dekar alanda Delice aşılaması planlanarak yürürlüğe girmiştir… Eylem Planı çerçevesinde bugüne kadar, 13.650 dekar alanda 277.650 adet delice aşılanmıştır…6831 sayılı orman kanunun Ek-12 madde kapsamında orman köylülerine meyvelerinden faydalanmak üzere sertifikalar verilmeye devam edilmektedir.” (OGM; “Yabani Zeytin (Delice) Aşılamasında Hedefler Aşıldı”, 18.09.2017)

"5 Bin Köye 5 Bin Orman Projesi ile orman köylüsü ile hasımdan ziyade hısım ilişkisi içinde bir işbirliği oluşturduk. Bütün bu çalışmalardaki hedefimiz atıl durumda olan bozuk ormanlarımızı verimli hale getirerek ekonomiye kazandırmak ve kırsaldaki vatandaşlarımızın gelir seviyelerini ve yaşam standartlarını yükseltmek" (Bekir Pakdemirli; “4 bin 718 köyde 14 milyon fidan toprakla buluşturuldu”, 26.09.2019)

Şimdi belki de denileblecektir ki;

“- Efendim bu, Anayasamızın 170. Maddesindeki;

Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliği

yapılması kuralının bir gereğidir.”

Hayır, değildir Eğer gereği olduğunu savlayanlara için söyleyeyim: Anayasanın 170. Maddesinde, “bozuk” ya da “verimsiz” sayılan “devlet ormanı” arazilerini meyveliklere dönüştürebirsiniz” vb bir kural yoktur ! Bu uygulama, hiç hoşnut olmadığım bir söylemle; “devlet ormanı” sayılan arazilerden yararlanmanını peşkeş” çekilmesidir. Nokta !

Ek Madde 13 2012 yılında çıkarılan 6306 sayılı yasayla getirilen Ek Madde 13, sözcüğün tam anlamıyla “işgüzarlığın daniskası” bir düzenlemedir. Ek Madde 13’e göre;

Şehrin içindeki veya yakın çevresindeki ormanlık alanların afetler öncesinde piknik alanı, mesire yeri ve afet sonrasında geçici barınma yeri olarak kullanılması için Orman Genel Müdürlüğünce veya bu Genel Müdürlüğün uygun görmesi hâlinde talepte bulunan idarelerce altyapı hizmetleri…”

verilebilecekmiş. “Ört ki ölem” !

Anlaşılan siyasal iktidar kentsel yerleşmelerin içinde ya da yakınındaki uygun kamu arazilerini çeşitli imar düzenlemeleriyle toplu konutlar, AVM’ler, gökdelen iş merkezleri, Venedik benzeri konut siteleri vb yapılaşmalarla tümüyle tüketti. Şimdi “devlet ormanı” sayılan arazileri afet öncesinde piknik, mesire yeri sonrasındaysa “geçici barınma yeri” olarak da  kullanılmasına yardımcı olacak.

Ek Madde 14 2014 yılında çıkarılan 6552 sayılı yasayla getirilen Ek Madde 14’yle;

Orman veya orman rejimine tabi alanların; mesire yeri, şehir ormanı, millî park, tabiat parkı, tabiat anıtı, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları ve avlak olarak ayrılan kısımlarında, orman koruma ve yangınla mücadele için yapılacak yapı ve tesisler ile idarenin ve ziyaretçilerin zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak olan taban alanı 250 metrekareyi ve kat adedi bir bodrum kat ve çatı arası hariç ikiyi geçmeyen yapılar

düzenlenmiş. Bir tek şey söyleyebilirim: vs vs vs !

Ek Madde 15 2018 yılında çıkarılan 7139 sayılı yasayla getirilen Ek Madde 15, belki de ek maddelerin en “hakçası” gibi: Ek Madde 15’e göre;

“…gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri adına tapuda tescilli olduğu halde …kamulaştırılmaksızın orman idaresince 31/12/2017 tarihinden önce ağaçlandırılmış olan taşınmazlardan, orman olarak kullanılmasında yarar görülen taşınmazlara karşılık

6292 sayılı kapsamında değerlendirilmeyen “2B” arazileri, bunun olanaksız olduğu durumlarda ise Hazine arazilerinden eşdeğer taşınmaz –“arazi”!-verilebilecek ! Doğaldır ki, arazi konulu tüm tartışmalarda olduğu gibi bu düzenlemede de sorgulanması gereken iki durum var: Verilebilecek araziler nerelerdeki ve ne nitelikte? Düzenlemede, “eşdeğer taşınmaz” durumu belirlenirken bu soruların kimler tarafından nasıl yanıtlanabileceğine ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Alın size kamu arazilerinin – yeniden- paylaşımında bir kargaşa, keyfilik alanı daha…

Ek Madde 16 2010’lu yıllarda böyle bir hukuksal düzenleme yapılabiliyorsa eğer, deyim yerindeyse, “batsın bu dünya !” dışında başka bir değerlendirme yapmak benim bile aklıma gelmiyor. CHP’nin iptal edilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğu söylenen –  tüm aramamalarıma karşın başvuru gerekçesine bir türlü ulaşamadım; sanki “devlet sırrı”☹- Ek Madde 16’yla;

“…bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen ve tarım alanına dönüştürülmesi de mümkün olmayan yerler ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte üzerinde yerleşim yeri bulunan ya da yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanlardan…”

sınırları “Cumhurbaşkanı – “Cumhurbaşkanlığınca” değil !- tarafından belirlenen” bu yerler de  tıpkı “2B” uygulaması gibi hukuksal olarak “orman” sayılmayacak !

“- Peki bu gibi yerler ne olacak?” derseniz Maddede ona da açıklık getirilmiş: Tapuda Hazine adına tescil edilecek ! Şimdi de ben sorayım: Peki, sonra? Açık değil mi; “2B” arazileri gibi, parası olana satılacak ! İşte size her yanıyla “bal gibi” Anayasaya aykırı bir hukuksal düzenleme daha!

Anımsanacağı gibi Anayasanın 169 ile 170. Maddelerinde;

“Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler…” 

belirlenerek “orman” sayılmaması – hukuksal olarak “orman” sayılan yerlerin dışına çıkarılması- ile

“…bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir…”

kurallarına yer verilmiştir. Dolayısıyla, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. Maddesinin “A” bendi de, daha önce de belirttiğim gibi, en son 1986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasayla;

Öncelikle orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi maksadıyla, orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler ile halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü yerlerden tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler… orman sınırları dışına çıkartılır.”

biçiminde düzenlenmiştir. Oysa Ek Madde 16’da;

tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen

ile

orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi

kurallarına yer verilmemiştir.

Kısacası, bir kez daha söylüyorum: Ek Madde 16, bu içeriğiyle;

ü  Anayasanın 169 ile 170. Maddelerine açıkça aykırıdır;

ü  6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. Maddesinin “A” bendi ile 6292 sayılı yasanın, başta 4. Maddesi olmak üzere, pek çok maddesiyle de uyuşmuyor !

Ek Madde 17 Belki anımsarsınız: 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı yasayla “orman köyü” sayılan 9652 köy de mahalleye dönüştürülmüştü. Bu köylere, yanı sıra, bu köylerde yaşayanlara 6831 sayılı yasayla çeşitli olanaklar sağlanıyordu. 2018 çıkarılan 7139 sayılı yasayla getirilen Ek Madde 17’yle, mahalleye dönüştürülen “orman köyü” sayılan yerleşmelerde yaşayanların bu olanaklardan yararlanmaları sürdürülmesi olanaklı kılınmıştır.

Ne söyleyebilirim ki; belki şunu: “Yaşasın orman köylüsü popülizmi !” ?

 

Şimdi “şeytan diyor ki”…

Bu “tartışmayı”;

<<“Gezegenimizde anayasasıyla, yasaları ve yönetmelikleriyle, genelge ve bildirgeleriyle, sözgelimi;

  • “devlet ormanı” sayılan arazilerini daraltabilen,
  • “Devlet ormanı” sayılan arazilerdeki “bozuk” ya da “verimsiz” yahut “boşluklu kapalı” saydığı orman ve maki ekosistemlerini özel;
    • meyve bahçelerine,
    • zeytinliklere,
    • yapılaşma yerlerine

dönüştüren belki de tek ülke Türkiye’dir!”

bitiriyorum. Ancak, adım gibi biliyorum ki, buraya değin okuyabilmiş çoğu okur;

“- Kes artık şu gevezeliği ! Zaten yıllardır hep bunu söylemiyor musun? Görmüyor musunuz, kimse seni ne okuyor ne de dinliyor !”

Ne yapayım yani; ben de, sözgelimi, korona virüsünden nasıl korunabileceğimiz üzerine ahkamlar mı keseyim, sağdan soldan gönderilen bitmez tükenmez iletileri ben de sizlere mi aktarayım☹? Yapmam; hem zaten bu “tartışmalardaki” son sözümü henüz söylemedim; şimdi söylüyorum işte:

Ülkemizde;

  • Anayasamızın 169 ile 170. Maddeleriyle;
  • 6831 sayılı Orman Kanunu ile ilgili yönetmeliler, genelgeler ve bildirgelerle;
  • yürürlükteki ormancılık düzeniyle;
  • orman mühendisliği öğretiminin kazandırdığı ormancılık ideolojisiyle,
  • tek tek ağaçların ya da orman ekosistemlerinin gördüğü ekolojik işlevlere, yanı sıra, sergiledikleri güzelliklere indirgenmiş duyarlılıklarla, yanı sıra, eylemlerle;
  • “devlet ormanı” sayılan araziler ile bu arazilerdeki orman ve maki ekosistemlerinde, ormancılık düzeninde olup bitenlerin ekonomi politik boyutlarını görmezden gelerek

ne “devlet” ormanı sayılan arazileri ne de bu arazilerdeki güzelim orman, maki, su vb ekosistemleri, kısacası yaşam birliği korunabilir !

***

Günümüzde bile bu denli yalın gerçeği göremeyenlerin ya da görmezden gelenlerin hâlâ yurttaşlarımızın çoğunluğunu oluşturması ne denli hüzün verici… Bu koşullarda “ormanlarımızın”;

diye yalvarmasını yadırgamıyorsunuzdur umarım.

Doç. Dr. Yücel Çağlar

 

(1) Müge ÇEVİK-İbrahim BAĞCI; “Çiftçilik yapmak isteyenlere arazi devletten” (http://www.turktarim.gov.tr/Haber/353/ciftcilik-yapmak-isteyenlere-arazi-devletten, 4 Kasım 2019, Erişim 16 Mart 2020)

(2) Bu bağlamda, ne 1982 Anayasasının ne de 6831 sayılı yasanın 1956 yılından günümüze ekolojik, ekonomi politik, siyasal, toplumsal, kültürel ve teknik “yaşam öyküsünü” anlatacağım. Umarım bunu benden çok daha iyi yapabilecek birileri çıkar da bizler de öğrenebiliriz.

(3) Ancak bunun söylerken; 1929 yılında çıkarılan 1528 sayılı Yabani Ağaçların Aşılanması Hakkında Kanun ile 1939 yılında çıkarılan 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’la kişilere; “Devlet ormanlarında bulunan yabani zeytin, harnup, badem, elma, ahlat, üvez, kızılcık, alıç, güvem, kestane, melengiç, idris, incir, filarya ve saire gibi yabani ağaçların aşılanması” izni verildiğini de belirtmeliyim.

(4) Selâhattin İNAL; Türkiye’de Ormanların Tahdit ve Kadastrosu Problemi, Orman Genel Müdürlüğü, 1967, Ankara

(5) Hazır yeri gelmişken belirteyim: Bu tanımın anlamlı olabilmesi için “…hukuksal olarak orman sayılır.” biçimine dönüştürülmelidir. Ek olarak; Maddede ayrıca bir de “orman ekosistemi” tanımının yapılması gerekiyor. Yapılmadığı içindir ki, Maddenin 11 bendinde sayılan hukuksal olarak “orman” sayılmayacak yerlerin kapsamı bu denli geniş tutulabiliyor. Örneğin; Maddenin “H)” bendi, 2003 yılında çıkarılan 4999 sayılı yasayla yapılan değişiklikle;

Orman sınırları içinde veya bitişiğinde tapulu, orman sınırları dışında ise her türlü tasarruf belgeleri ile özel mülkiyette bulunan ve muhitin hususiyetlerine göre yetişmiş veya yetiştirilecek olan (…) (1) fıstık çamlıkları ve palamut meşelikleri dahil olmak üzere her nevi meyveli ağaç ve ağaççıklar” da hukuksal olarak orman sayılmayabiliyor.

(6) Orman Genel Müdürlüğü Faaliyet Raporları (2012,…2019).

(7) Bu arada; 2018 yılı sonuna değin toplam 24,1 milyon hektarda orman kadastrosu çalışması yapıldığını, bu alanın 19,8 milyon hektarının tescil edildiğini belirteyim (Kaynak: https://www.ogm.gov.tr/ekutuphane/Istatistikler; Ormancılık İstatistikleri 2018, “Orman Kadastrosu”, Erişim 10 Mart 2020)

(8) Orman Genel Müdürlüğü 2019 Yılı Faaliyet Raporu, Sayfa 10.

(9) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, “Toprak Su Kaynakları”,  http://www.dsi.gov.tr/toprak-ve-su-kaynaklari, Erişim 11 Mart 2020)

(10) Değişiklik sıklığına, yanı sıra, gerçekleştirildiği yıllara bakar mısınız: 1987, 1989, 1994, 1996, 1998, 2003, 2004, 2009, 2012, 2013 ve 2019 !

(11) Rehabilitasyon”, Ağaçlandırma Yönetmeliklerinde şöyle tanımlanmıştır: “Bozuk veya verimsiz orman alanlarında mevcut türlerden gerekenlerin korunması, aşılanması, canlandırma kesimi, boşluk alanlara ormanlarda tabii olarak yetişen türlerin ekimi ve bu türlerin aşılı veya aşısız fidanlarının dikimi”.

(12) TBMM; Yeni Sisteme Göre Yasama El Kitabı, Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı, 2018, Ankara, Sayfa 45.

(13) Geçerken belirtmem gerekiyor sanırım: 6831 sayılı Orman Kanunu’nda özellikle 2000’li yıllarda yapılan değişikliklerin, getirilen ek maddelerin çoğunluğunun bu bütünsellik içinde tartışılması gerektiğini düşünüyorum. “Özellikle 2000’li yıllarda…” diyorum çünkü bu yıllardaki egemen ekonomik büyüme politikalarının temel yönelimi var olan, yanı sıra, yeni oluşturulan “arazi rantı” olanaklarının ağırlıkla siyasal iktidar yanlısı sermaye çevreleri yararına dağıtılması olmuştur. Açıktır ki, söz konusu “arazi rantı” olanaklarının tümüne yakını kamu arazilerinde oluşmuş ya da oluşturulmuştur