Savaş ve barış

Bozkurt Güvenç
Savaş ve barış

Savaşın kanlı bir diplomasi; diplomasinin ise kansız bir savaş’ olduğu söylenir. Bu anlamda barış, savaşa hazırlık için verilen bir moladır.

Neler diyor ne yapıyoruz: Söylem – eylem çelişkisi!

Sosyal demokrat Erich Fromm, Marx ile Freud’u karşılaştırıp yorumladığı bir denemesinde, uygarlığın üç gerçeğinden söz eder:


  • Her şeyden şüphe et;
  • İnsanca şeyler insana yabancı değildir;
  • Gerçek, seni özgürlüğe kavuşturacak.

Doğa tarihçileri aydınlanma çağını başlatmıştı. Elen kültürüyle yetişmiş Kartacalı Terence, insana ve sanata bakışıyla Rönesans’a ve sosyal bilime esin kaynağı olmuştu. Son günlerin ‘gerçek ve post gerçekleri’ tartışmalıdır. Tek gerçek mi post gerçekler mi?

Özerlik’ güvencesi olmayan bir özgürlük sürdürülebilir mi? Düşünce özgürdür ama ifade özgürlüğü kısıtlıdır. Bu bağlamda, çağdaş kent ve sanayi uygarlığının geleceği pek parlak görünmüyor.

“Barış istersen savaşa hazır ol!”

Ziya Paşa’nın, Latince’den çevirdiği ‘savaşa hazır ol deyimi geçerlidir. Roma Ordusu, barışı iki yüzyıl korumuştu. Rakipler güçlenince ‘savaşa hazır ol’ deyimine gerek duyulmuş olabilir. Oysa, bu söz, Roma Barışı’nı sürdüremediği gibi; 30-40, 100 yıllık savaşları bile önleyememişti.. Milli savunma örgütleri, ‘Barış için savaşa hazır olmak” deyimini gündemde tutarlar. Oysa, Körfez Savaşı’na girişen emperyalizm ‘Barış için savaştıklarını’ ilan etmekten çekinmemişti. Bu savaş, küreselleşen dünyanın bir ‘post gerçeği’ idi.

Savaşın kanlı bir diplomasi; diplomasinin ise kansız bir savaş’ olduğu söylenir. Bu anlamda barış, savaşa hazırlık için verilen bir moladır. “Birinci Dünya Savaşı ne zaman bitti?’ sorusuna, bir tarihçinin, İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş olarak sürüyor’ yanıtını vermiş.

Bireyler arası ilişkileri araştıran Levi-Strauss, en yaygın davranışın ‘karşıtlık’, ‘barış değil çatışma’ olduğunu bulmuştu. E. Gellner, bulgunun İslam dünyasında geçerliğini doğrulamıştır.

“İlkel” olarak bilinen geleneksel toplumlarda, “öteki”, eğer yoksa yaratılır (Güvenç). Sosyolog A. Touraine ‘ötekileştirmeyen toplum’ olarak tanımlıyor demokrasiyi.

Otokrasi mi demokrasi mi?

Atina’daki ünlü ‘Otokrasi-Demokrasi’ tartışması günümüzde sürüyor. Solon kanunları, Aristos’larla Demos’ların seçim çatışmasına çare bulamayınca, sorun filozoflara kalmış. Eflatun, az eğitimli toplumlarda demokrasinin yaşamadığı gerekçesiyle Otokrasi’yi; Aristo ise, yoksul laikos (laik)’leri yani ‘geniş tabanlı Demokrasi’yi savunmuş; Atina’nın yönetimi ‘demagog’ Perikles’e kalmış. (Bkz. Güvenç 2015)

Roma Cumhuriyeti’nin de çözemediği laicus, Akdeniz ülkelerinin dilinde yaşamıştır. Amerikan Özgürlük Bildirgesi ile Fransız Devrimi demokrasi ülküsünü gündemde tutmayı başardı. Türk Devrimi, kadınların seçme seçilme haklarını savunmada, Kuzey Avrupa’nın ‘sekülerizm’ ve laikçiliği değil laiklik ilkesini seçti; demokrasilerinin gerisinde kalmadı (Kili).

2016 sonunda, sistem değişikliği olarak sunulan yeni Anayasa bir rejim değişikliğidir. Umalım ki yurttaşlar, Atatürk’ün ‘akıl ve bilim’ mirasına sadık kalırlar.

Gerçekler ve özgürlükler

Gerçekler ve Özgürlükler, çözümü kolay olmayan sorunlara yol açar. Bizi özgürlüğe kavuşturacak olanlar hangi gerçekler’dir?

Hıristiyan Kilisesi’nin 6-günlük ‘Yaratılış’ (Tekvin) öyküsü mü, yoksa tartışma ve sorgulamaya açık bilimsel Evrim mi?

İnançlara baş kaldıran özgür kişileri diri diri yakan ya da derisini yüzen cehalet gerçeği mi?

Bir inancın sandıkta desteklenmesi; çoğunluğun yanıldığını gösterir (Russell). Kadınları Cadı veya Şeytan olarak görüp avlayanlar, faşizm çılgını dazlaklar, dünyanın düz olduğuna, uzaya çıkılmadığına inananlar hangi özgürlüğü temsil ediyorlar?

İnançlar, şiddetle değil, aydınlanma ile aşılabilir.

Her şeyin olabileceğine inanan çağımız, ‘post gerçek’lere neden şaşıyor ki?

Bozkurt Güvenç

*Aramızdan ayrılan Bozkurt Güvenç'in anısına saygıyla. Bu yazı Aralık 2016'da HBT Dergi'de yayınlanmıştır.


Bozkurt Güvenç