Bugünden yarına uygar olunmaz

Doğan Kuban Y
Bugünden yarına uygar olunmaz

Uygar yaşayan ve davranan bir toplum olamadığımızı biliyorum. Fakat bir Devrim çocuğu olarak, uygarlığı örgütlenme ve davranışlara indirgeyip, ithal edilebilen bir mal gibi düşünmek gibi bir yanlışa düştüğümü geç anladım.

Devrim bir hızlanma ve yetişme programıydı. Nasıl okul ve üniversite açmak bilim ve teknoloji üretmekle eş değilse, çağdaş örgütlenme uygarlaşmak değildir. Fes Osmanlı’yı, kasket Anadolu köylüsünü modernleştirmedi. Ne de baş örtüsü bugünün kızlarını Müslüman yapıyor.

Tarihte biçimsel bir yaklaşım, bir değişimin ya da direncin ifadesi olabilir. Fakat tümel bir düşünce ve davranış değişikliği değildir. Meclis’te her gün örneklerini görüyoruz.


Fakat Bregenz’de bir konsere giderseniz yerleşmiş bir uygarlığın bütün boyutlarını görürsünüz. Bir değişikliğin algılanması onun içeriğinin anlaşılması demek değildir. Babam bunu bir küçük hikaye ile açıklardı: Eğer öküzler bir tren görürlerse hiç kımıldamadan seyrederler. Tren geçtikten sonra kaçarlar’ derdi.

Bu geç kalmış tepki cahil toplumların yaşamlarında da geçerlidir. Gerçi insanlar öküzlere benzemez. Fakat trene binmek isteğini uygarlık olarak tanımlamak yanlıştır. İnsan tren, uçak, otomobil, telefon, televizyon istiyor. Çocuklar da her gördükleri şeyi istiyorlar. Fakat bundan dolayı uygar olmuyorlar. Gerçi uygarlık yolunda bu araçlara sahip olmanın bir rolü var.

Uygarlık: Bir zaman meselesi

Ne var ki uygarlık kısa vadeli bir değişim değildir. Televizyonun karşısında saatler geçirenlerin ne seyrettiklerini, ve seyrettiklerinden ne anladıklarını düşünürseniz, bunun uygarlaşma ile ilişkisi pek anlaşılmaz. Okul, üniversite, alışveriş merkezi, hava alanı, otoyol yapılır. Çünkü bunlar ithal edilen araçlar, gereçler için gereklidir. Ama kaldırım yapılmaz. Çünkü insanları ithal etmiyoruz. Konser salonu, tiyatro, Müze, kütüphane yapamıyoruz. Toplum bu gereksinimi pek hissetmiyor. Lokantalar kitapçılarıun yerini alıyor. Fakir millet de obezlik artıyor. Buna da uygarlık denmiyor.

Ne var ki köylerden kentlere dolmuş insanların davranışlarını hor görmek haksızlık olur. Bunlar Osmanlının fakir kullarıydı. Cumhuriyetin ilk döneminde halk oldular. 1950’den sonra rençber ve toprak işçisi olarak kaldılar.

Uygarlaşma sürecinde en önemli faktör zamandır. Bu bir kaç on yıl değildir. Doğrudan öğretimin, alfabe öğrenmenin, imza atmanın sonucu da değildir. Bunlar kültürleşmenin ilk basamaklarıdır. Uygarlık buradan başlamaz. Kaldı ki Avrupa tarihinin yüzlerce yıl süren uygarlaşma sürecinde, Hitler rejiminin çıkışı gibi anomalilerde var. Onun için Türk halkının uygarlığını abartmamak gerekir.

Temelinde bilimsel teknik egemenlik var

Uygarlık toplumların ulaştığı karmaşık bir davranışlar sistemidir. Bu sistemin alt yapısında yüzyıllarca felsefeye, sanata, bilime, edebiyata, toplumsal örgütlenmeye, eğitim ve öğretime, dine, insan haklarına, ekonomiye ilişkin gelişmiş düşünceler var. Bunlar zaman içinde toplum yaşamını etkilemiş ve yönlendirmişlerdir.

Tarihin eski çağlarında, coğrafyanın izole ettiği insan topluluklarını geliştirdiği yerel kültürlere uygarlık demek abartmak olur. Uygarlık henüz buluşmadıkları zaman Avrupa Çin ve Hintte, coğrafi olarak buluştukları zaman, 17 yüzyıldan sonra, dünya egemeni olan Avrupa’da gelişmiştir. Bugün uygarlık sadece budur. Temelinde bilimsel ve teknolojik egemenlik var.

Bizim uygarlığımız diyecek sadece Çin var. Başka güç zaten yok! Çin de Batı bilim ve teknolojisinin düzeyini ancak yakaladı. Ve kendi eski kültürünün verilerini değerlendiriyor ama, yılda elli milyon piyano öğrencisi de yetiştiriyor.

Bugün tek uygarlık olduğu kanımı yineliyorum. Bütün toplumların uygarlık ölçütleri ona göre değerlenmektedir. Bunun dışında kalanlar, belki zamanla daha çok değer kazanacak, belki de unutulacak müzelik eşyalardır.

Türkiye’nin ve İslam dünyasının da bunun dışında kalma olanağı yoktur. Çünkü kültürel üstünlük ancak teknik üstünlük tarafından desteklendiği zaman söz konusudur. 1800 yılından bu yana Batılılaşmağa çalışıp beceremeyen bir ülkeyiz. Bugün dünyanın uygarlık aşı Batı ülkelerinde pişiyor. Dünya ülkeleri de bunun ateşine pişmesine katkıda bulunuyorlar. İletişim toplumlar arası izolasyonu kaldırdı. Güçlü ortaklar satıcı, fakir ve gelişmemiş ortaklar alıcı. Bunlar dünyanın yeni sömürgeleri, Nedeni uygarlık yarışına ya hiç girmemişler, ya geç başlamışlar. Başlarında Müslümanlar geliyor.

Getirdikleri sadece gökdelenler

Bir kaç petrol üretenin değeri giderek düşen petrolle dünyaya gökdelenden başka getirdikleri ne gördünüz? ‘Bizim güzel deyişlerimizden biri bu bağlamda kullanılabilir. ‘Zerdus palan vursan eşek yine eşektir.’ Bu ‘zengin olan uygar olmuyor’ anlamına gelir.

Küçük bir Avrupa kentine giderseniz, uygarlığın büyük kente özgü olmadığını anlarsınız. Türkiye’nın uygarlık modeli ise İstanbul. Fakat uygar değil. Gerçi uygarlık yaygın bir Batı yaratısı olarak ,bugünkü iletişim ortamında, dünyanın her tarafına sıçrar. Fakat eline telefon alanı uygar yapmaz.

Bugünkü durum çağdaş uygarlık için bir parametre daha belirliyor: çağdaş Batı uygarlığına yakınlık. Bunun öğelerinin biri bilimsel ve teknolojik; ikincisi davranışsaldır. Fakat bunlar ithal edildiği zaman uygar olunmuyor. Kendi gelişmeniz içinde üretilmesi gerek. İthal daha hızlı gelişme olanağı sağlıyor.Kendisi ile birlikte uygarlık getirmiyor.

Geçmişe bakarsanız İslam’da da, Türkiye’de de uygar davranışlar öğütleyen düşünür, mutasavvıf ve şairimiz var. Fakat kitap basmayan, okuma yazmayan, okul olmayan bu toplumda bu mesajlar üç beş kişi arasında bilinen aforizma’lar (özdeyişler) olarak kalmışlar. Uygarlık yaygın olmayınca toplum da uygar olmuyor.

Çağın gerisinde kalma formülü

Biz uygarlık çabasının ivmesini 1950’den sonra yitirdik. Bu bağlamda Batı kapitalizminin rolünü unutmayın! Çünkü ‘Size demokrasi ile birlikte teknoloji de verelim!’ dedikleri zaman, giderek modern teknolojinin sağladığı yaşamsal perspektifin yani, motorun, otomobilin, uçağın geminin, elektrikli bütün araçların, telefonun, radyonun, televizyonun getireceği rahatlığın, bunların arkasıdaki gerçek strüktürel ve kültürel motiflerin, cahil toplumların merak ve istek listesinde olmadığını, uyumlu müşteriler yarattıklarını biliyorlardı. Üretimin sınırlı, tüketimin sınırsız olması, uygar geleneği olmayan toplum için çağın gerisinde kalma formülüdür.

Köylüyü topraktan ayırıp kentte ucuz işçi yapınca tüketim toplumu oluşuyor. Bu devleşince büyük, çirkin tarihini yok etmiş, zamanını yollarda geçiren halkı ve otomobil istilasına uğramış toprakları ile, İstanbul gibi dev megalopolisler oluşuyor

Bu evrensel, dahiyane bir sömürü mekanizmasıdır. Buna bir emperyalist komplo olarak değil, değil, kapitalizmin evrensel ekonomik programı olarak bakmamız gerek. Tebrik bile edebiliriz. Sağılacak toplumlar belirlenmiş. Başında Müslümanlar geliyor. Anlamamız gereken bu mekanizmadır. Çünkü sömürüyü bize gelişme olarak sunuyorlar. Sunucular, programı yapan Batılı dahiler değil , onların dünyaya dağılmış ortakları.

Fakat bir sorun var: Dünya çok kalabalık. Fakir çok. Mükemmel programa karşın, bu kalabalıkların karnı doymadığı zaman, kargaşanın sınırını dahiler de hesaplayamaz.

Doğan Kuban


*Bu yazı HBT'nin 52. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban