Sanayi 1.0’ı kaçırdık, Sanayi 4.0’ı kaçırmayalım

Edip Emil Öymen
Sanayi 1.0’ı kaçırdık, Sanayi 4.0’ı kaçırmayalım

Dördüncüyü de kaçırmayalım derken, “gerçek” tarihi bilmek gerek. Geriye dönüp bakarsak, çok şey görürüz. Kitaplar, ciltler, tezler, makaleler dolusu. Sadece birkaç örnek:

Osmanlı’da ilk banka, padişahın izniyle 1847’de iki Galata bankeri Jacques Alléon ve  Manolaki Baltazzi tarafından Bank-ı Dersaadet-İstanbul Bankası (Banque de Constantinople) adıyla kuruldu. (Daha önce izinsiz kurulan bir banka kapatılmıştı). Taa Mediciler’den bu yana bankacılığı saymazsak, başlangıç olarak ilk kez kağıt para basan (1695) İngiltere Merkez Bankası’ndan 152 yıl sonra... Osmanlı Merkez Bankası “gibi” çalışan Bank-ı Osmanî-i Şahane ise İngiliz sermayesiyle 1863’te kuruldu. Sonra Fransızlar eklendi. Osmanlı’nın merkez bankası yabancıların yönetimindeydi.

Sürekli gecikme örnekleri


Osmanlı’da Türk sigorta şirketi yoktu. İlk sigorta şirketi (1862), bir Avusturya şirketinin acentesiydi: Riunione Adriatica di Sigurta. Londra’daki ilk sigorta şirketinden -yine- 152 yıl sonra.

1863’e ait bir Avrupa haritasında, Avusturya-Macaristan demiryolu, Osmanlı’yı ayıran Tuna Nehri kıyısında Bazias’a kadar gelip, orada bitiyordu. Avrupa “demir ağlarla örülmüşken” Osmanlı’da demiryolu sadece Rumeli’de, İngilizlerin yaptığı 64 kilometrelik Çernovoda-Köstence hattıydı: Tuna nakliyatını Karadeniz’e bağlamak için. İzmir-Aydın hattı (İzmir’de yaşayan yabancıların ticaretini kolaylaştırmak amacıyla) henüz yapılıyordu. Avrupa-İstanbul aktarmasız demiryolu bağlantısı 1888’de kurulabildi. Avrupa’dan 50 yıl sonra.

1911’de Osmanlı Bankası İstatistik Bürosu şefi Edgar Pech hepsi yabancı şirketleri şöyle listeliyor: Tütün Rejisi (Osmanlı’nın borçlarına karşılık bütün tütün üretimine 1884’den itibaren el koymuştu). 12 demiryolu şirketi. 17 banka. 7 madencilik. 6 liman şirketi. 5 su, 5 gaz ve elektrik şirketi. Tramvay için 5. Ayrıca 33 tane çeşitli başka yabancı şirket. (bkz: Doç.Dr. Celali Yılmaz)

1924’ten bir yorum

İstanbul İktisat Komisyonu’nun 1924’te İstanbul için hazırladığı rapordan (bugünkü dille) alıntı, Devrimi nasıl kaçırdığımızı azıcık yanıtlıyor:

“Sanayi İnkılabı'nın sonucu olarak, azami üretim usulünü kabul eden Avrupa memleketlerinin, fabrikalarında ürettikleri bol miktarlı, ucuz fiyatlı eşya ve emtia, kapitülasyonların tesiriyle memlekete serbestçe giriyor ve mevcut sanatlar, birer birer bu yabancı rekabet karşısında ayakta kalamayarak bir sürünme devri geçirdikten sonra sönüp gidiyordu. Avrupa'da makineciliğin ortaya çıkışı, bizde bu sanayinin gelişmesinin muhtelif sebepler dolayısıyla takip edilememesi, sanayimizin çökmesine etki eden esaslı sebeplerdir.”

“Türkler, orduda ve kalemlerde çalışırken, gayrimüslim unsurlar öncelikle kendilerine bizden yakın olan yabancı tacirlerle münasebet ediyorlar, onların lisanlarıyla konuşuyorlar, mekteplerinde yeni nesiller için lisan ve ticaret eğitimine ehemmiyet veriyorlar, çocuklarını İstanbul'daki yabancı mekteplerine gönderiyorlar, seneler geçtikçe iktisadi hakimiyeti almak için daha fazla donanımlı oluyorlardı. Nihayet bir zaman geldi ki,Osmanlı İmparatorluğu başkentinde mali, iktisadi bütün işlerde amir olarak değil, birinci, ikinci derecede memur olarak değil, hatta çırak olarak bile bir Türk'e tesadüf edilemez oldu.” (İstanbul Ticaret Odası yayını: 2006-52)

Tarih tekerrür etmesin

100+ yıl önceki devrimi kaçırma bahanelerimiz bol: Ama artık bugün, Sanayi 4 için hiçbir bahanemiz olamaz. TÜSİAD bu konuda uyarılarını, reçetelerini açıklıyor. Son uyarısını geçen hafta “Türkiye’nin Sanayide Dijital Dönüşüm Yetkinliği” raporuyla (BCG desteğiyle) yaptı: Orta gelir tuzağından çıkıp, küresel rekabetçiliğimizi artırabilmemiz için, KOBİ’ler de sanayide dijital dönüşümü öncelikli hedef olarak görmeli. Bunun kritik önemi var. Çünkü yılda 250 milyon TL ve üstü geliri olan büyük şirketlerde dönüşüm yetkinliği daha yüksek. Küçüklerde daha düşük. İmalat sanayiinde yüksek teknoloji kullanımı KOBİ’lerde binde 3, büyük şirketlerde %2.6. Bu makasın kapanması şart. Telaş etmeden acele etmemiz gerekiyor.

Edip Emil Öymen

*Bu yazı 29.12.2017 tarihli Dünya gazetesinde yayınlandı.

Edip Emil Öymen