Sevgili Aykut ağabey, ülkemizin geriye gidişinin ezikliği ve kızgınlığıyla, sizsiz geçen yılları saymak istemiyorum artık. Bilim ve aydınlanma temelleri üzerine kurulmuş Cumhuriyet ile hesaplaşmaları bitmeyenlerin en üst noktalardan üniversitelere kadar örtük-açık söylemlerle yansıttıkları karanlık dünyalarına sizin söylemlerinizle yanıt vermek istiyorum.
“Bilim ve teknolojiyle kalın; ama bilim ve teknolojiye atfedilebilecek bütün iyiliklerin de kötülüklerin de bilim ve teknolojiyi kullanan insandan kaynaklandığını ve kötüye kullanımlarını önlemede tek çarenin savaşsız- sömürüsüz bir ülke, savaşsız-sömürüsüz bir dünya için insanı değiştirmek olduğunu hiç unutmadan… Hoşça kalın…” (CBT, 04 .09.2015)
“Kaotik ortam ürkütücü... Zaman, bu gidişe itirazı olanların potansiyel güç ve değerinin farkına varma ve o potansiyeli kuvveden fiile çıkaracak örgütlü gücü yaratabilme zamanı...
Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni mirasçısı olduğu Osmanlı devletinden ayıran en önemli nokta, … bilimi ve aklı eksen alan, bütünüyle farklı bir kültür sisteminin Osmanlı’daki bu sistemin yerine geçirilmek istenmesiydi. Bu yeni sistem de kendi içinde bir bütündü ve bu bütünlüğün sağlanması başarılmıştı. … 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren, bu sistemsel bütünlük bozulmaya başladı. Sistemi asıl ayakta tutacak olan eğitim alt sisteminde, aydınlanmanın geri plana itilip din motifinin giderek ağırlık kazandığı sürekli değişiklikler, bozulmada başrolü oynadı. Sistem kendisini yıkacak kadroları kendisi yetiştirir hâle geldi. (CBT, 21.08.2015)
Umutsuzluğa düşmemek ve bir çıkış yolu bulmak için nerede ve niçin tökezlediğimizi anımsamak gerek...
Üretim birimleri insandan soyutlanarak düşünülemeyeceğine göre, demek asıl istenen bu ülke insanının o düzeye gelmesidir. Geçerli iktisadî sisteme karşı olanların bile buna itirazı olacağını sanmıyorum; çünkü onların da hayallerindeki yarınları gerçekleştirebilmeleri ve sürdürülebilir kılmaları bu yeterlikte insan kaynağının olmasına bağlıdır. … bilim ve teknolojide belirli bir yetenek düzeyine gelmek, … ‘yetkinleşmek’ bir kültür sorunudur. O kültürse, ancak aklı eksen alan bir düşünce evreninde oluşur. Bu ülkede, elbette yeterli düzeyde değil ama hâlâ bilimden söz edebiliyorsak ve gelecek için umut bağlayabileceğimiz birkaç üniversiteye sahipsek bunu Atatürk’ün “Hayatta en hakikî mürşid ilimdir.” ilkesinde ifadesini bulan, ‘kültürde yörünge değiştirme’ olarak tanımlanabilecek köktenci atılımlarına borçlu olduğumuzu asla unutmayalım. … Atatürk bu ilkeyle merkeze Batılının anladığı anlamda ‘bilim’i, ‘aklı’ oturtmak istemiştir. (CBT, 07.8.2015)
Ülkemizdeki gidişata bakılırsa, karanlık dönemleri anlatan kitapların zamanı hiç geçmeyecek gibi...
Kitapta [Nazi Döneminde Bilim, 3. Reich’da Üniversite, Alan D. Beyerchen, Çeviren: G. Gönenç, SAY Yayınları], … Almanya’nın “önde gelen bilim adamlarının, özellikle de fizikçilerinin 3. Reich’ın politik ortamı karşısındaki tutumları” ele alınıyor. Nazilerin üniversite ile ilgili iki politik hedefleri vardı: Birincisi, “akademi dünyasını nasyonal sosyalizmle aynı siyasî çizgiye getirmekti.” … Diğer ana hedef ise “fiziğin bir bilimsel disiplin olarak içeriğine ve öğretimine ırkçı düşünceleri sokmak”, kısacası bir “Arî fiziği” yaratmaktı! Ne yazıktır ki, Alman bilim adamlarından önemlice bir bölümü, rejimin bir gün nasıl olsa çökeceği beklentisi içinde … bir uzlaşı yolu bulup üniversitede kalabilmeyi yeğledi. Daha da kötüsü, içlerinde fiilen partiye katılanlar [oldu]; ama sonuçta olan, Alman bilimine, Alman üniversitesine oldu.” (CBT, 26.06.2015)
Bilimsel sosyalizmden kaynaklanan öngörülerinizle yazdıklarınızın hâlâ geçerli olmasına hayıflanıyor ve bugünlerde sizi daha çok özlüyoruz.
18 Kasım 2016’da kaybettiğimiz Aykut Göker’in aydınlık bir Türkiye için zihinsel çabasının ürünlerini 27.06.2002’de kurduğu inovasyon.org sitesinde bulabilirsiniz.
Müfit Akyos
Bu yazı HBT'nin 243. sayısında yayınlanmıştır.