“Güçsüzü kurban edin!’’

Özlem Kayım Yıldız
“Güçsüzü kurban edin!’’

Medyaya yansıdığı kadarıyla, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Trump destekçilerinden biri, Tennessee Eyaleti’ndeki kapatmanın kaldırılması için yapılan gösteride, üzerinde güçsüzün kurban edilmesini emreden bir pankart taşıyordu. ‘’Ekonomi için güçsüzü kurban edin!’’

Hastalığa kurban edilebilecek, vazgeçilebilecek ‘’güçsüz’’ kimdir? Salgın döneminde duymaya alıştırıldığımız ileri yaşlı ve/veya altta yatan hastalığı olan mıdır? Esasında, bunu o kadar çok duyduk ki, ölen ileri yaşta ya da ek hastalığı olan biriyse bunu ölümden saymamamız gerektiği düşüncesine bile kapıldık; çoğunluğu oluşturan genç ve sağlıklı bireyler olan ‘biz’, zaten ölmesi gerekenin ölmesine üzülmemeliydik. Bu tutumun acımasızlığı bir yana, vazgeçilebilecek olarak görülenler hastalığın öldürücülüğüne biyolojik olarak direnç gösteremeyenlerle sınırlı değil.

Salgının başlarında çokça dile getirilen ‘insan ayırımı yapmadan herkesi enfekte eden virüs’ söyleminin en azından kısmen geçersiz olduğuna işaret eden veriler var bugün elimizde. Salgın sürecinde birçok ülkede sosyal sınıf, etnik köken ve cinsiyet temelli ayrışmalar belirginleşti. Teknolojik eğlence yöntemleri ve eve teslim hizmetlerle ekonomik yıkıma uğramadan evde kalabilenler için karantina günleri dayanılır hatta eğlenceli hale getirilirken, bu hizmetlerin sürdürülmesini sağlayan, düşük gelirli ve sağlıklı çalışma koşullarına sahip olmayan binlerce, on binlerce insan aralıksız çalışmak durumunda.


Bu insanlar hastalanmaktan ya da yaşlı ve güçsüz yakınlarına hastalık bulaştırmaktan korksalar da hayatlarını sürdürebilmek için çalışmaya devam etmeliler. Dünyanın birçok yerinde –ve Türkiye’de de- işçilerde enfeksiyon oranlarının toplumun geri kalanından belirgin bir biçimde yüksek olduğuna dair veriler mevcut. Amerika Birleşik Devletleri’nde COVID-19 nedeniyle hastaneye yatırılması gereken hastaların önemli bir kısmını Hispanik olmayan beyazlar ve siyahlar oluşturuyor. Öte yandan, hastalık riskine rağmen çalışmayı bırakmanın ekonomik maliyetini karşılayamayacak olanların bir kısmı ise işlerini kaybettiler. Örneğin, birçoğu işin gerektirdiğinden çok daha az ücrete çalıştırılan ev işçisi kadınların azımsanmayacak bir kısmı da bu dönemde hijyen gerekçesi ile geçici ya da kalıcı olarak işten çıkarıldılar. İş bulmanın daha da zorlaşması emeğin daha da ucuzlamasına, daha çok çalışmaya ve daha büyük hastalık riskine neden olan bir kısır döngüyü tetikliyor.

Eşitlik yok

Ölümcül salgın hastalıklar, depremler, sel felaketleri, iklim krizi… İlk bakışta ‘doğal’ gibi görünen ancak ortaya çıkışları ve etki güçleri bakımından insan eylemlerinden bağımsızlaştırılamayacak felaketlerin, toplumun tüm kesimlerini eşit yıkıcılıkta vurmadığı aşikar.

Peki ne zaman sonlanacağı ve gelecekteki olası seyri net olarak öngörülemeyen küresel bir salgınla, insanların bir kısmını ‘vazgeçilebilir ve kurban edilebilir’ görmeye devam ederek nasıl baş ederiz? Sağlıklı koşullarda yaşamalarını ve çalışmalarını, hak ettikleri ücreti almalarını sağlayabilecekken sağlamamayı tercih ettiğimiz insanları görmezden gelmenin vicdani muhasebesi bir yana, yararcı ya da çıkarcı bakış açısı ile değerlendirilirse, bu tavır bulaşıcı bir hastalıkla mücadele sürecini de olumsuz etkileyecektir. Örneğin Singapur’da aylarca başarılı bir biçimde kontrol altında tutulabilen salgının şimdiki kaynağı, sosyal izolasyona imkan tanımayan, kalabalık, sağlıksız koşullara sahip göçmen işçi yurtları. Bu göçmen işçilerin sağlık hizmetinden yararlanamaması da vakaların saptanması ve tedavi edilmesini zorlaştırıyor.

SARS-CoV-2’nin bulaşma dinamikleri (belirtisiz olanlarda ve belirti öncesi bulaşmanın mümkün olması, toplumda yaygın olarak bulaşması, bulaştırıcılık süresinin uzunluğu), karantinanın belirli bir grup insana sınırlı olmayıp tüm toplumu ilgilendirmesi gibi etkenler, katı izolasyonun sürdürülebilirliğini sınırlı kılıyor; en korunaklı olanımız bile bir süre sonra topluma en azından bir miktar temas edeceğiz.

Artık anlamalıyız ki, ya hepimiz ya hiçbirimiz!

Özlem Kayım Yıldız


*Bu yazı HBT'nin 215. sayısında yayınlanmıştır.

Özlem Kayım Yıldız