Anti-sosyal medya

Tevfik Uyar
Anti-sosyal medya

Sosyal medyanın çağımızın yeni iletişim yolu olduğunu ayrıntısıyla anlatmaya gerek yok. En azından artık pek çok kişinin neredeyse tek haber alma kaynağı olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Ağ toplumu'nun adeta dijitalize olarak vücut bulmuş hali; öyle ki bu dijital ağ, giderek gerçek ilişkilerin yerini alıyor, kendine has dünyasını yaratıyor. Bu konuyu daha evvel gerçek sanallık adlı yazımda irdelemiştim.

Bu yazıda, gün geçtikçe daha çok insanın rahatsız olduğu başka bir olguyu ele almak istiyorum. İzninizle bu olguya "anti-sosyal medya" demek istiyorum.

Önce gerçek hayatı ele alalım: Bizler toplum içerisinde yasalara geçirilen küçük bir kısmı hariç, yazılı olmayan bir "toplumsal sözleşme" ile yaşarız. Bir çocuğun toplumsallaşması dediğimiz şey, bu sözleşmeyi öğrenme sürecidir. Şu an pencereden başınızı çıkarıp bağırmıyorsanız, sahibi belli olmayan bir çantayı alıp kaçmıyorsanız, burnunuzu ulu orta yerde karıştırmıyorsanız, sokakta konuşan tanımadığınız iki kişinin sözlerine karışıp, az sonra birinin ensesine bir şaplak patlatmıyorsanız, birisi sizden farklı düşünüyor diye ona bağıra çağıra küfretmiyorsanız, hepsi bu toplumsal sözleşmeden. Bunları yapanları kınamanız, ayıplamanız da hep bu sözleşmeden. Issız bir adada doğsa idiniz, ne başkalarıdan çekindiğiniz için bulunmadığınız bir eylem, ne de bulunduğu eylemden ötürü kınayacağınız biri olurdu.


Peki ya sosyal medya? Sosyal medya gerçek hayattaki toplumsal dinamiklerden azade midir? Ya da öyle mi olmalıdır? Bireyler sosyal medyada engellilerle alay etme, farklı düşünenlere sövme, olmadığı biri gibi davranarak bir tartışmada kutuplaşmayı artırmaya çalışma, ölümle tehdit etme, yalan haber yayma, fotomontaj yoluyla iftira atma, kara çalma gibi, toplumsal sözleşmeyi ihlal eden davranışlarda bulunmada özgür müdür? Peki bu davranışların arkasındaki motivasyonlar nelerdir? Sanırım "anti-sosyal medya davranışını" ardındaki motivasyonlara göre bir kaç çeşide ayırabiliriz:

Anti-sosyal medya

Akıllara ilk gelen "anti-sosyal" kurum, siyasi trollük müessesesi. Türkiye'nin siyaseten derin bir biçimde kamplaştığı herkesin malumu. Sosyal medya başta gerçeği manipüle etmek olmak üzere, takip edilen liderin 'hinterland'ını genişletme, politik gerilimi artırma gibi amaçlarla kullanılıyor. Bunun için maaşlı personel kullanıldığı da yine herkesin malumu. Gönülllü siyasi troller de yok değil. Siyasi görüşünü açıklamak, yaymak, bildirmek amacıyla sosyal medya içeriği üretenlerle trolleri ayıran şey, bu kişilerin amaçlı olarak "toplumsal sözleşmeye aykırı" davranışta bulunmaları. Gerek küfürle, gerek ifşayla, gerekse de kasten gerilim yaratmakla, bazen karşıt siyasi görüşteymiş gibi davranarak hileye başvurmayla karakterize edilebilir. İnsanlar, "gerçek hayatta" kolaylıkla iftira atamazlar (günümüz Türkiye'sinde bunu iddia ederken çok düşündüm, itiraf ediyorum). En azından bunu yaptıklarında -ve yakalandıklarında- utanmalarını bekleriz. Ancak sosyal medyada yaptıklarından imtina etmedikleri ortada.

Bir diğer "anti-sosyal" kurum, mizahî trolllük müessesesi. İlgi görmek, beğeni almak, "retweetlenmek" gibi maksatlarla, genelde espiri yaptığı zannıyla, bir kişiyi, grubu aşağılamak, hakir görmek, birine hakaret ya da küfür etmek davranışlarıyla karakterize edilebilir. Down sendromluların işlettiği kafeyle ilgili bir tweeti "La bunlar çayı üzerimize döker gidip de yanmaya gerek yok" diyerek espiri yaptığını sanan zavallı bu davranışa örnek olacaktır. Benzeri de geçen benim başıma geldi. "Dört kişilik bir ekip olarak yeni bir proje üzerinde çalışıyoruz. Yakında duyuracağım" tweetime "umarım grup porno değildir" diyen terbiyesiz, verdiğim tepkiye karşılık bir de "espiriden anlamıyorsunuz" diyerek söylediği şeyin normal olduğunda ısrar etmeye devam etmişti. Bu insanların "gerçek hayatta" bu cümleleri rahatlıkla kuramayacaklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak "dijital kimlik" (genelde de anonim olan) altında kendilerini daha özgür hissediyor olmalılar. Ki bu arada bu kişiler yaptıklarını ilgi görmek veya beğeni almak maksadıyla yapmıyor, normal olduğunu düşünüyorsa, o kişi zaten gerçek hayatta da toplumsal sözleşmenin dışında yaşıyor demektir.

Bir de "laf kalabalığı" grubu var. Bu grubu amaçlı bir trollük ile nitelemek doğru olmaz. Lakin "gerçek hayatta" bir seminerde, konferansta ya da toplantıda yanıtlanması istenen bir soruya saçma, işe yaramaz, konuyla alakasız bir yanıt vermeyecek insanlar internet mecralarında kendilerini bu konuda daha özgür hissediyorlar. Bu konuya yine kendi kişisel deneyimimden örnek vereceğim: Geçtiğimiz günlerde evdeki bakliyatın böceklenmesi sonucu internette araştırma yapmak zorunda kaldım. Çok çeşitli mecralarda insanlar çözüm bulma ümidiyle dertlerini anlatmışlar ve yardım istemişlerdi. Hemen hiçbirinde işe yarar hiçbir bilgi yoktu. Olmak zorunda mı? Değildi elbette. Zira hiçkimsenin bu konuda bir bilgi veya tecrübesi olmayabilir ancak yine de pek çok yanıt verilmiş ve neredeyse tamamı boş, beleş, işe yaramaz. “Evi yak”, “Böcekleri kov”, “Felç yapar o böcek çok zehirli”, “O ev iflah olmaz” gibi işe yaramayan, komik ya da mizahî sanılan yanıtlar daha çok bir önceki kategoriye giriyor. Bu kategoriye giren yanıtlar ise, pek çoğunda daha üçüncü ya da dördüncü kişi, konuyla biraz ilgili ama çözüme zerre katkı sağlamayan bir anısını anlatmaya başlıyor. Bir başkası da ona karşılık kendi anısını anlatıyor… Nihayet soru soranın sorusu havada kalıyor. Bu gruptaki kimselerin amaçlı bir trollük içerisinde olduklarını sanmıyorum. Herhalde "görünür olmak", "iletişim kurmak" gibi niyetlere dayanıyor.

Duyarsızlık ve simülasyon evreni

Şimdi gelelim resmin bütününe... İnsanları "anti-sosyal medya" davranışlarına iten esas şey ne olabilir?

Gerçek hayatta imtina edilen, kolay kolay başvurulmayan, hele ulu orta yerde asla gerçekleştirilmeyen; başkalarının acılarıyla, dertleriyle, içinde bulundukları müşkül durumla alay etmek, tanımadığı insanlara hakaret etmek, iftira etmek, kara çalmak gibi eylemlere nasıl bu kadar kolay başvurulabiliyor? Siyasi trollük için maaş alanlar ayrı tutulduğunda, kalan bireyler için konuyu "simülasyon evreni" (simülakr) ile açıklamak mümkündür.

Baudrilliard'a göre artık insanların dünyasını haberleşme teknolojileri aracılığıya gördükleri dünya oluşturmaktadır. Kendisine gösterilmeyen şey "yok" gibidir. Gösterilen şeyi ise, söz gelimi bir vahşet haberini, gördüğü süre boyunca dikkate alır. Hakikatte olayın kendisine karşı son derece duyarsızdır ki o haber biter bitmez olan biteni unutacaktır. Tıpkı TV'de izlediği bir film gibi.

Bugün TV'nin yerini alan sosyal medya "yeni bir simülakr" olarak karşımızda durmaktadır. Gerçeklik orada inşa edilmektedir. Ancak bana göre burada esaslı bir fark var: TV tek taraflı bir iletişim aracıdır. İnsanlar TV'deki "oyunun" içerisine dahil değildir. Oysa sosyal medyada herkes oyunun birer elemanıdır. Kendini bilmezlerin gerek siyasi mesajları gerek sözde mizahları aracılığıyla beğeni almak için girdikleri o yarış, kuvvetle muhtemel kendilerini "rekabete dayalı bir oyun" içerisinde algılamalarından. Yenice gördüğü bir içeriğin sahibini oyunun bir parçası olarak algılar: Onunla asla karşılaşmayacaktır, belki ertesi gün adını bile hatırlamayacaktır, zaten kim olduğu da mühim değildir.

Mühim olan kaç BEĞENİ, FAV ya da RT topladığıdır.

İyi haftalar,

Tevfik Uyar / @tevfik_uyar

 

 

 

 


Tevfik Uyar

İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak Mühendisliği bölümünden mezun olmuştur. Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini İstanbul Kültür Üniversitesi İşletme Yönetimi Anabilimdalı'ndan almıştır. Çalışmaları risk algısı, belirsizlik altında karar verme ve emniyet yönetimi üzerinedir. Açık Bilim'in kurucusu, Yalansavar editörü ve Herkese Bilim Teknoloji Dergisi yayın kurulu üyesi olan Uyar, "Astrolojinin Bilimle İmtihanı", "Safsatalar: Aklın Kırk Haramisi" gibi popüler bilim kitaplarının, “Tek Kişilik Firar”, “Kızıl Sürgün” gibi bilimkurgu eserlerin yazarı, "İrrasyonel", “Yalancılar ve Sahtekarlar Ansiklopedisi”, "Başkalarının Aklı" gibi kitapların çevirmenidir.