Uranyumlu mermiler ve etkileri

Fizik ve Uzay Öne Çıkanlar Sağlık Toplum

İngiltere’nin, Ukrayna’ya, Mart 2023’te uranyumlu mermiler vereceğini açıklaması üzerine, Putin’in de aynı mermilerle Ukrayna tanklarını vuracağını bildirmesi, AB’de güncel konu oldu /1,2/.

Uranyumlu mermiler ileride Ukrayna’da kullanılırsa, uranyumun çevredeki insanlara kimyasal zehirliliği (özellikle böbreklerde), radyasyondan daha çok. Uranyumlu mermilerin kullanıldığı 1991, 2001 ve 2003 yıllarındaki Kuveyt, Irak ve Kosovo savaşları deneyimlerden alınan derslere göre, bu mermilerin Ukrayna’da kullanılmasının Ukrayna askerlerine ve halkına da zararları olabileceği düşünülmelidir.

Bu mermilerin özgül kütlesi, kurşundan %70 daha fazla ve 1 litrelik plastik su şişesine toz halinde doldurulduğunda 19 kg’lık bir bavul ağırlığına denk geliyor. Seyrelmiş uranyumlu mermiler, çift katlı tankları dahi delebilir! 


Seyrelmiş uranyumlu mermiler nasıl ortaya çıktı?

Nükleer santraller ve atom bombaları için gerekli olan ‘U 235 ile zenginleştirilmiş uranyum’, doğal uranyumdan elde edilirken, arta kalan büyük miktardaki uranyumda yoğun miktarda U 238 ve çok az miktarda da U 235 bulunuyor. U 235 miktarı doğal uranyumunkinden çok daha az olması nedeniyle ‘seyrelmiş uranyum’ (DU)1 denilen bu arta kalan madde önceleri pek bir işe yaramıyordu.

Çizelge 1: Doğal, seyrelmiş ve zenginleştirilmiş uranyumdaki izotoplar ve oranları

Çizelge 1’den görüldüğü gibi hemen hemen saf U 238'den oluşan, çok büyük miktardaki seyrelmiş uranyumun epey bir yatırım ve giderle güvenli olarak depolanması gerekiyordu. 1 ton zenginleştirilmiş uranyum elde edilirken, 7 ton kadar seyrelmiş uranyum arta kalıyor.

Uranyumun yoğunluğunun büyük olması ve ince toz tanecikleri halindeki çabucak yanıcılığı nedenleriyle, seyrelmiş uranyumun mermilerin içine yerleştirilerek kalın zırhlı düşman tanklarına karşı etkin olarak kullanılması neticesinde, dağ gibi biriken atık seyrelmiş uranyuma alan açılmış oldu.

Dünyada 1999’da seyrelmiş uranyumun toplam miktarı 1,2 milyon ton idi. Bu miktar, 100.000 adet, 12 tonluk kamyon dolusuna eşdeğer. Bu çözüm, hem nükleer yakıt üretim endüstrisi ve hem de silah endüstrisi için çok elverişli oldu. seyrelmiş uranyumun hiç değilse bir bölümü çok ucuz fiyatlarla ve hatta ücretsiz silah endüstrisine aktarılınca nükleer endüstrinin güvenli depolama giderlerine de gerek kalmıyordu.

Mermilerde kullanılan uranyum, ya bu şekilde ortaya çıkan seyrelmiş uranyumdu ya da nükleer yakıtların reaktörlerde kullanımından sonra içindeki U 235 izotopu ‘özel arıtım tesislerinde’ %0,2'ye indirilerek seyreltilmiş ‘kirli uranyum’ idi. Kirliliği ise reaktörlerde yan madde olarak oluşan plütonyum izotoplarından kaynaklanıyordu. Mermilerde bu cins kirli uranyumun da kullanıldığı, atılan mermilerin içinde, doğal uranyumda bulunmayan U 236 izotopunun ölçümlerle ortaya çıkarılmasıyla oldu. Mermilerin çarptığı hedeflerde ve çevresinde bu nedenle U 236 ve plütonyum izotoplarının bulunma olasılığı da vardı.

Uranyumlu mermiler çeşitli büyüklükte yapılıyor, 25 mm ve 30 mm çaplı olanları genellikle uçaklardan yerdeki hedeflere, 105 mm ve 120 mm çaplı olan büyükleri ise tanklardan ateşleniyor. (Bkz. Şekil 1)

  

Şekil 1: Uranyumlu mermilerin çeşitli tipleri ve uranyumlu merminin uçuş sırasında yan parçalarından ayrılarak ok gibi hedefe yönelmesi.

GAU-8, PGU-14/B tipindeki uranyum mermisinin sonundaki ateşleyici bölümüyle birlikte toplam uzunluğu 29 cm ve toplam kütlesi 690 gram. Uranyum çekirdeği merminin ön bölümünde 14,5 cm uzunluğunda olup 270 gram. Merminin hızı saniyede 1 km kadar (saate 3640 km).

Mermilerin, düşman tanklarına giriciliğini artırmak için seyrelmiş uranyuma % 0,75 oranında titan maddesi katılıyor ve alaşım ayrıca sertleştiriliyor (uranyum metali aslında yumuşak bir metal). Mermilerin içindeki uranyumun patlayıcı bir özelliği yok. Uranyumlu mermilerin yıkıcı, yakıcı gücü, sadece hareket ya da kinetik enerjisinden kaynaklanıyor.

Bir cismin kinetik enerjisi, kütlesi ve hızı arttıkça büyüdüğünden, belirli çaplı bir silahtan atılan daha büyük kütleli bir merminin vurucu gücünün ya da etkinliğinin artacağı açık. 30 mm’lik ve 275 gramlık bir uranyum mermisi, saate 3600 km’lik bir hızla fırlatıldığında bunun, saate 72 km hızla giden 700 kg’lık bir otomobilin hareket enerjisi dolayında eşdeğer bir enerjisi oluyor ama mermi bu yüksek eşdeğer enerjiyi sadece 1 cm2'lik bir alana çarparak aktarırken, katmerli zırhları sorunsuz delip geçiyor. Uranyumlu mermilerin askeri yönden bir üstünlüğü de çarptığı yerde ucunun daha da sivrilip giriciliğinin artması. Halbuki diğer cins mermiler hedefe çaptığında mantar şeklini aldıklarından bunların giriciliği ve dolayısıyla etkinliği fazla olmuyor.

Mermi hedefe çarptığında, aşırı hareket enerjisi (kinetik enerjisi) büyük oranda ısı enerjisine dönüşüyor, uranyumlu mermi yüksek sıcaklıkta erirken oluşan uranyum buharındaki tanecikler çabucak yanıcı olduğundan tankta yangın çıkıyor, tankın cephane ve yakıtı tutuşup tank sonunda işe yaramaz duruma geliyor.

Uranyumlu mermiler daha önce nerelerde kullanıldı?

2001 yılı başlarında, eski Yugoslavya’da savaşlara katılan askerlerde kan kanseri hastalıklarının başgösterdiği haberleri gelmeye başladı. Bunun tartışılan nedeni ise Amerikan tanklarında kullanılan Uranyum çekirdekli mermilerdi. 1991 ve 2003 yıllarında Kuveyt ve Irak’taki Körfez Savaşları sonrasında da aynı konu gündeme geldi.

İlk kez 1991'deki Kuveyt ve Irak’taki ‘Çöl Fırtınası’ savaşında kullanılan uranyumlu mermilerde toplam 330 ton kadar uranyum bulunmaktaydı. Bu savaşta, 30 mm’lik GAU-8 silahlarıyla atılan 784.000 merminin büyük bölümü amerikan A-10 savaş uçaklarından ateşlendi ki bu toplam 230 ton uranyum demekti.

  

Şekil 2: Amerikan A-10 savaş uçağı ve bir uranyum mermisinin kesiti

Mermilerin atıldığı bölgenin, Irak’ın güney doğusundaki Kuveyt - Suudi Arabistan sınırı boyunca olduğu sanılıyor. 2003 Körfez Savaşları'nda da bu cins mermilerden İngilizler ve Amerikalılar kullandılar.

Kosovo Savaşı'nda uranyumlu mermilerden 31.000 adet kadar kullanılarak 10 ton kadar uranyum harcandı. Bosna-Hersek'te 1994-95 yıllarında bunlardan 10.800 adet kullanıldı ki bu 3,3 ton uranyum demekti.1999’daki Kosova Savaşı'nda da uranyumlu mermiler kullanıldı.

Ayrıca, düşmanın uranyumsuz ve hatta uranyumlu mermilerini etkisiz bırakmak amacıyla, zırhları seyrelmiş uranyumdan olan tanklar da yapıldı.1991'deki ‘Çöl Fırtınası’ savaşında Amerikalılar'ın kullandığı 2054 tankın yaklaşık üçte biri (654 adedi) uranyum zırhlı tanklardı. ‘Sandviç’ denilen tank zırhı, iki çelik kılıf arasına ‘seyreltilmiş uranyumun’ konulmasından oluşuyordu. Amerikalılar 2003 Körfez Savaşı'nda bu cins seyreltilmiş uranyum zırhlı ‘M1 Abrams’ tanklarını kullandılar.

Uranyumun kimyasal zehirliliği

Bir maddenin kimyasal zehirliliği denince, o maddenin kimyasal özellikleri nedeniyle sağlığı bozucu etkisi anlaşılıyor. Uranyum da kurşun, civa ve plütonyum gibi ağır metaldir ve bileşikleri son derece zehirlidir. Vücuda normalin üstündeki miktarda girdiğinde, özellikle böbrek ve karaciğerde bir süre kalır hasara neden olur.Almanya'daki radyasyon yönetmeliği, uranyum oksitlerin vücuda alınmasında günlük sınır değerleri, solunum yoluyla 2,5 mg ve besinler yoluyla 150 mg olarak belirliyor. Dünya Sağlık Kurumu (WHO) besinler yoluyla vücuda alınabilecek uranyum miktarı için her kilogram vücut ağırlığı başına günde 0,6 mg üst sınır değerini öneriyor ki bu 70 kg ağırlığındaki ortalama bir kişi için 40 mg kadar oluyor.

Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, uranyumun, besinler, su ve hava yoluyla vücuda büyük miktarlarda alınması sonucu böbrek, karaciğer ve sinirlerde ve hatta kalıtım yoluyla sonraki kuşaklarda hasar ortaya çıkarabileceğini gösteriyor. Kan dolaşımı bozukluğu, sürekli yorgunluk ve uykusuzluk da vücuda alınan uranyuma bağlanabiliyor. Diğer yandan benzol ve platin gibi bir dizi maddenin kan kanseri yaptığı biliniyor. Platin, uranyum gibi bir ağır metal. Dolayısıyla, askerlerdeki kan kanserleri incelenirken, kimyasal zehirliliğin de göz önüne alınması gerekli.

Uranyumun radyolojik zehirliliği

Bir maddenin radyolojik zehirliliği denince, o maddenin radyoaktivite özellikleri nedeniyle sağlığı bozucu etkisi anlaşılıyor. Radyoaktif maddelerin saldığı radyasyonlar, hücrelerdeki atom ve moleküllerden elektronlar sökerek iyonlar oluşturuyor ve bu nedenle bu yüksek enerjili radyasyonlara iyonlayıcı ışınlar deniyor. Bunlar, hücrelerdeki suyu H ve OH bileşenleri şeklindeki radikallere ayırarak, hücrelerde değişimlere neden oluyor. Vücudun soğurduğu radyasyon enerjisi çoğaldıkça, vücutta daha çok hasar görülebiliyor ya da hasar olasılığı artıyor.

Uranyumun radyolojik zehirliliği, düşük özgül aktivitesi nedeniyle, kimyasal zehirliliğinin yanında az. Buna karşılık plütonyumun radyolojik zehirliliği çok yüksek özgül aktivitesi nedeniyle çok önemli, kimyasal zehirliliği ise az.

Neredeyse saf U 238’den oluşan seyrelmiş uranyum vücuda girdiğinde, bunun radyolojik zehirliliği yanında kimyasal zehirliliğinin de göz önüne alınması gerekli.

Uranyum ve plütonyumun saldığı alfa ışınlarının vücutta oluşturabileceği radyolojik zehirliliği için, ışınlamanın vücut dışından mı yoksa vücut içinden mi olduğu önemli.

Uranyumun fiziksel ve biyolojik yarılanma süreleri

U 238’in fiziksel yarılanma süresi ya da belirli bir miktarının radyoaktif bozunum (parçalanma) sonucu yarıya inmesi için geçen süre 4,5 milyar yıl kadar büyük olmasına karşın, vücuda alınan miktarın yarısının vücuttan normal yollarla atılmasına kadar geçen süre olan ‘biyolojik yarılanma süresi’ çok daha az. Biyolojik yarılanma süresi, radyoaktif maddenin hangi yolla (solunum, sindirim) vücuda girdiği, hangi kimyasal yapıda (çözünür, çözünmez) olduğu ve ilgili organda ne süre kaldığı durumlarına göre değişik değerlerde olabiliyor ve bu, uranyum için birkaç günden birkaç yıla kadar değişim gösteriyor. Uranyumlu mermilerin bazılarından çözünemez parçacıklar halinde saçılma durumu söz konusu olduğunda, bu gibi parçacıklar vücuda girerlerse belirli organlarda yerleşip uzun süre vücudu alfalarla ışınlayabiliyorlar.

Çizelge 2: Seyrelmiş uranyumlu mermilerle ilgili önemli izotopların özellikleri

Uranyum vücuda nasıl giriyor ve etkileri nelerdir?

Yukarda belirtildiği gibi mermi hedefe çarptıktan sonra oluşan uranyum buharı (uranyum oksitler halinde) çevreye yayılıyor, tankta çıkan yangın dumanı ve hava akımlarıyla uzaklara taşınıyor. Amerika'da yapılan deneyler etkin rüzgar yönünde uranyumlu parçacıkların 40 km'den daha uzaklara kadar taşınabildiğini göstermiş. Bunların en etkin olduğu bölge ise tankın içi, tankın yüzeyleri ve 50 metrelik çevre. Bu yakın çevrede uranyum tozuyla bulaşmış toprak da oradakileri dıştan etkileyebildiği gibi, buralarda dolaşanların ayakları ve araba tekerlekleriyle de uranyumlu toz parçacıkları daha uzaklara taşınabiliyor. Toprağın 12 cm kalınlığındaki yüzeyinin uranyumlu tozlarla bulaştığı belirlenmiş. Amerikan ordusunda yapılan denemeler, Abrams tankından ateşlenen 120 mm çaplı tek bir merminin 900 ile 3400 gram arasında uranyum oksitli toz oluşturduğunu ve toz taneciklerinin kabaca yarısının vücuttan atılamayan türde olduklarını saptamış (çapları 5 mikrondan çok, 1 mikron: 1 metrenin milyonda biri).

İnce kum taneciklerinin yüzde biri kadar büyüklükte olan uranyumlu toz parçacıkları, tank yakınındaki askerlerin havayı solumaları yoluyla ya da yaralanma yerlerinden doğrudan vücuda giriyorlar. Yanma sıcaklığına bağlı olarak bu parçacıklar vücut sıvısında çözünerek zehirli olabildikleri gibi çözünmeden de seramik tanecikleri şeklinde vücutta kalabiliyorlar ve yıllarca vücudu içten etkiliyorlar. Bunlar çoğunlukla akciğerlerde, kemiklerde, böbreklerde ve karaciğerde kalıyor.

Uranyumun radyoaktivitesinden çok, kimyasal zehirliliği, vücuda etkili oluyor, çünkü radyoaktivitesi çok zayıf. Birçok kimyasal maddede olduğu gibi, bir maddenin vücut için tehlikeli olması, vücuda alınan miktarına bağlı. Doğal uranyumun böbreklerde hasara yol açtığı ise daha önceden beri biliniyor.

Genellikle tehlike altında olanlar, bu cins mermilerin çarptığı tanklarda olanlar, bunların çarptığı dost ya da düşman tankalarına yaklaşanlar. Yanan tanklardan iç bölgelere doğru taşınan uranyum parçacıkları oralardaki insanları da etkiliyor. Golf Bölgesi'nde ve Kosova çevresindeki toprak ve sularda bulunan kullanılmış mermiler, bunların parçaları halen kimyasal ve radyoaktivite etkisini gösteriyor. Bunlarla ilgili olarak Birleşmiş Milletler bilimsel araştırma grubu yıllarca süren ayrıntılı araştırmalar yaptı.1

Plütonyum

Mermilerde seyrelmiş uranyumun yanı sıra, daha önce reaktörlerde kullanılmış (yanmış) nükleer yakıt maddelerinden kazanılmış uranyumun (kirli uranyum) da kullanılmış olabileceği, Birleşmiş Milletler ilgili kurulunun raporuna göre 2001 yılından beri biliniyor. Eğer böyleyse, mermilerde az miktarda da olsa plütonyum 239 da var demektir. Nitekim mermilerde yapılan ölçümlerle bu kanıtlandı da. Daha çok nükleer reaktörlerde ortaya çıkan Pu 239 transuran grubunda olup, özellikle 5 MeV’luk enerjide alfa ışınları salıyor (yarılanma süresi 24.110 yıl).

Solunumla vücuda giren plütonyum, akciğerlerde, kemik ve karaciğerde birikiyor. Mide ve bağırsaklarda tutunması akciğerlerden 10.000 kat daha az olduğundan, buralarda çok daha az etkin doz oluşuyor (kalanı dışarı atılıyor).

Diğer yandan 1960’lı yıllarda yapılan atom bombası denemeleri nedeniyle 6.000 ile 8.000 kg Pu 239 yeryüzüne yayıldı. Bunun sonucu olarak, toprağın 20 cm’lik üst tabakasında ortalama olarak her metrekarede 40 Bq’lik bir Pu 239 aktivitesi bulunuyor.

Seyreltilmiş uranyumun sivil alanda kullanım yerleri

Diğer yandan seyrelmiş uranyum sivil alanda, deniz yarış motorlarının dip bölümülerine denge sağlayan ağırlık (safra) olarak, Boeing 747 gibi büyük uçaklarda dümen kapaklarını dengeleyen karşı ağırlık olarak kullanılıyor. Ayrıca gama ışınlarını, kurşundan daha iyi zırhlaması nedeniyle, nükleer santrallerde kullanılmış nükleer yakıt elemanlarının içine konduğu varillerde de zırh kılıfı olarak kullanılıyor.

Toz dumana karışmış seyrelmiş uranyumun solunum yoluyla vücuda girmesi

(UNEP 2000/ 2003):

Merminin çarptığı yerdeki 1000 m2'lik bir alandaki her mg tozda 6 μg seyrelmiş uranyum olabileceği kestiriliyor. Havadaki toz yoğunluğuna bağlı olarak bu 0,3 μg/ m3 (normal havada) ve 30 μg/ m3 (çok tozlu havada) arasında değişiyor. Sürekli solunduğunda bu, yılda 0,3 ile 30 mSv arasında bir radyasyon dozu oluşturuyor.

Diğer yandan Kuveyt’te 1993 yazında yapılan ölçümlerde, Körfez Savaşı'ndan 2 yıl sonra bile havada seyrelmiş uranyumun çok az da olsa bulunduğunu göstermiş (0,34 ng / m3 : Metreküpte Milyarda 0,34 gram). Bunun insan vücudunda solunumla oluşturabileceği doz ise yılda 0,3 μSv.

Seyrelmiş uranyumlu sebzelerin yenilmesi (UNEP 2000/ 2003):

Merminin çapmasının ardından geçen ilk haftada yapraklı sebzelerin yenilmesi sonucu birkaç yüz miligram seyrelmiş uranyumun vücuda alınabileceği varsayılıyor. Kimyasal zehirlilik riski kesin olan bu miktarın oluşturacağı radyasyon dozu 0,1 mSv kadar.

Seyrelmiş uranyumlu yeraltı suyunun içilmesi (UNEP 2000/ 2003):

Merminin çarptığı yer yakınlarındaki yeraltı suyunda litrede 1 mg’a varan seyrelmiş uranyum olabileceği kestiriliyor. Bu derişimde su içildiğinde bunun kimyasal zehirliliği de var. Böyle bir su yıl boyunca içildiğinde vücutta oluşabilecek radyasyon dozu ise 1 mSv kadar.

Mermilerin etkileriyle ilgili tıpta araştırmalar ve kanser riski?

Tıpta önemli deneyimler, savaşlarda bu cins mermilerin çarptığı tanklarda bulunan ve kurtulan kişilerle hasar gören tanklarda çalışanların vücutlarının tıbbi kontrollarından sağlanıyor.

Arkadaşlarının mermilerinin yanlışlıkla tanklarına ateşlenip çarpmasıyla ilk Körfez Savaşı'nda ağır yaralan 33 asker 1993'ten beri ABD’de tıbbi gözetim altında. Bu askerlerin yarısının vücutlarında bu cins mermilerin parçaları bulunuyor ve idrarlarındaki uranyum miktarı normalin üstünde. Bunlar çeşitli testlere tabi tutuluyor ve vücutlarındaki mermi parçalarının zamanla ne gibi bir etki göstereceği araştırılıyor. Vücutlarında mermi parçaları bulunmayanların ise idrarlarındaki uranyum miktarı normalin üstünde değil. 33 kişinin tümünün böbrekleri normal çalışıyor ve bunların 1991 ile 1997 yılları arasında doğan çocuklarında herhangi bir hasar görülmüyor.

Kan kanserinin radyasyonun etkisiyle ortaya çıkması, ışınlanmadan sonraki 5-7 yıl arasında en çok görülebiliyor ki, bu, Balkan Savaşı tarihiyle, daha sonra kan kanseri olaylarının ortaya çıkma tarihi arasındaki süreyle kabaca çakıştığından, aralarında bir ilişki olabileceği düşünülüyor.

Ancak, uranyum madenlerinde çalışan işçilerde, çok yüksek radon gazından kaynaklanan doz oluşmuş olmasına ve akciğer kanseri riskinin epey artmış olmasına karşılık, kan kanseri hastalıklarının pek artmamış olması, böyle bir ilişkiyi desteklemiyor.

Diğer yandan doğadaki radonun saldığı alfa ışınları nedeniyle, her birimizin akciğerleri yılda 10 mSv’e varabilen bir doz alıyor ki, bu da ‘tüm vücut etkin dozu’ olarak 1,2 mSv’e eşdeğer.

Endüstri ülkelerinde, yaşları 20 ile 40 arasında olan her 100.000 kişide, ortalama olarak yılda 8-11 kan kanseri hastalığı görülmektedir. 3 yıllık Balkan Savaşı'na 100.000 askerin katıldığı göz önüne alındığında, bu sürede, başka hiçbir etkene bağlı olmaksızın 30 kadar askerin normal olarak kan kanserine yakalanabileceği beklenir ki, bu da Balkan Savaşı sonrası ileri sürülen kan kanseri savlarının, kullanılan uranyumlu mermilere bağlanmasının tutarlı bir dayanağı olmadığını gösteriyor.

Balkan Savaşı'na katılmış askerlerde baş gösterdiği ve uranyumlu mermilerin etkilerine bağlandığı ileri sürülen kan kanseri hastalıklarının radyolojik yönden incelenerek kanser riskinin hesaplanması ve bu bağlantının sınanması gerekli.

Kanser riski hesabıyla ilgili olarak elde daha iyi bir model bulunmadığından W. Jacobi’nin (GSF-Münih) 1995-97yıllarında yapmış olduğu ve Wismut uranyum madeninde çalışan işçilerin kansere yakalanma riski modeline başvurmak gerekiyor. Bu model doğadaki uranyum için geçerli olduğundan ve doğal uranyumun da özgül radyoaktivitesi, seyrelmiş uranyumunkinden %50 kadar fazla olduğundan, bu modelle elde edilen sonuçlar, seyrelmiş uranyum için olduğundan daha yüksek çıkıyor (doğal uranyumda U 235 çok daha fazla).

Ayrıca bu model, uranyumun radyoaktif bozunumundan ortaya çıkan dizideki izotopların birbirleriyle radyoaktif denge halinde olduğunu öngörüyor ki, bu, seyrelmiş uranyum için geçerli değil. Bu nedenlerle bu modelle hesaplanan kanser riski değerlerinin abartılı olacağı açık.

Savaşta sağ kalan, örneğin 25 yaşındaki bir asker için, merminin çarpmasının hemen ardından oradaki uranyumlu havayı soluması ve bunu aynı askerin aralarla 10 kez yaşadığı en kötü varsayım olarak düşünülmüş. Aslında bu varsayım, böyle bir olayı yaşayan bir askerin art arda görevlendirilmesi mümkün olmadığı için, pek gerçekçi değil. Buna rağmen bu kötümser varsayıma göre yapılan model hesabı, askerin kan kanserine yakalanmasının uranyumlu havadan ileri gelme riskinin %1,7 olduğunu göstermiş. Bunun anlamı ise aynı durumu aynı koşullarda yaşayan askerlerden 58’inde kan kanseri ortaya çıkarsa bunlardan sadece birindeki kan kanserine seyrelmiş uranyumlu havanın neden olduğu söylenebilir (100/1,7=58).

Asker, kemik kanserine yakalanmış ise bunun seyrelmiş uranyuma bağlanma olasılığı (riski) bu modele göre %6,9.

Diğer yandan yapılan ayrıntılı doz hesapları, kan kanserine yakalanma riskinin doğal uranyumun radyoaktif bölünme ürünlerinden kaynaklandığını gösteriyor. Bu cins radyoaktif bölünme ürünleri ise seyrelmiş uranyumda pek bulunmuyor (seyrelmiş uranyumda U 235 çok daha az, U 234 neredeyse yok gibi, radyoaktif bozunma ürünleri ise radyoaktif dengede değil, Çizelge 1’e ve yukardaki ilgili bölüme bkz).

Çizelge 3’te doğal ve seyrelmiş uranyumun 1 gramının solunumla vücuda alınması sonucu bu modelle hesaplanan yaşam boyu riskleri (yüzde olarak) karşılaştırılmakta ve çeşitli organların yaşam boyu riskine olan katkıları gösteriliyor. *ICRP 72’de verilen solunum dozları genel halk için.

Çizelge 3: Doğal ve seyrelmiş uranyumun 1 gramının solunumla vücuda alınması sonucu yapılan risk hesapları sonuçları

Sonuçlar

Yukardaki açıklama ve yaklaşımlardan görüldüğü gibi, seyrelmiş uranyumlu mermilerin ve tankların, çevre ve insana etkileri çok yönlü olarak inceleniyor ve tartışılıyor. Tartışılıyor, çünkü askerlerin ne kadar süre ve hangi derişimde seyrelmiş uranyumlu havayı soluduklarıyla ilgili tutarlı bir veri yok. Dolayısıyla, hesaplar ve kestirimler, bir dizi varsayım ve modellere dayanılarak yapılıyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) 6 çerçevesinde yapılan bilimsel araştırmalardan bugüne kadar alınan sonuçlar, Bosna’da çevrenin ve halkın doğrudan bir tehlike içinde olmadığını gösteriyor. Ancak gerek Bosna ve gerekse Irak için seyrelmiş uranyumun savaş sırasında çevreye, havaya ne ölçüde yayıldığıyla ilgili ayrıntılı veri ve bilgiler yok.

Yanan tanklardan yükselen seyrelmiş uranyumlu havanın 40 km kadar uzaklara yayıldığı bulguları göz önüne alınarak, korunmasız kalan kimselerin (bahçelerde oynayan çocuklar gibi) vücutlarında radyoaktif maddelerin birikerek oldukça yüksek dozlar oluşturabileceği de gözardı edilmiyor.

UNEP çevrede kalmış olan uranyum mermi ve artıklarının toplatılmasını öneriyor. Mermilerin çarptığı yerler çevresi dışındaki canlılar için ise herhangi bir tehlike bulunmuyor. Bunun nedeni uranyumun, ‘toprak-bitki-hayvan-insan’ biyolojik çevriminde kötü aktarılması.

Diğer yandan, uranyumlu mermilerin, askerlerin sağlığını etkileme olasılığının çok az olabileceği sonucuna rağmen hiç olmayacağı da, savaş sırasında ölçüm değerleri bulunamayacağından, bilimsel olarak kanıtlanamıyor.

Plütonyumun mermilerde bulunup bulunmadığına ve miktarına göre, plütonyumun sağlığa etkisi ve tehlikesi, uranyumunkinden çok daha olası. Plütonyumun uranyum gibi kimyasal zehirliliği de var, ancak radyasyon etkisi iyice büyük ve uranyumunkinden kat kat daha çok. Eski Yugoslavya'da kullanılmış uranyumlu mermilerden ve uranyumlu tank zırhlarından alınan örneklerin laboratuvar ölçümleri ise plütonyumun katkısının çok düşük olduğunu gösteriyor.

Uluslararası halk direncinin, uranyumlu mermilerin ilerde kullanılmasını önleyeceği ise iyice şüpheli. Çünkü gerek uranyumlu mermiler ve gerekse uranyum zırhlı tanklar, daha önce kullanılan ve içinde uranyum olmayanlara karşı, savaşta büyük üstünlük gösteriyor.

Örneğin Körfez Savaşı'nda, Irak ordusunun T-72 tanklarını, Amerikalılar uranyumlu mermilerle 3 km uzaklıktan vurup delmelerine ve büyük hasar oluşturmalarına rağmen, Iraklılar, Amerikalılar'ın ‘sandviç kılıflı tanklarını’ alışılmış mermilerle 400 m’den vurup etkili olamadılar.

Diğer yandan gerek nükleer santraller, gerekse nükleer yakıtla çalışan denizaltılar ve atom bombası yapımı nedeniyle doğal uranyum zenginleştirilirken, arta kalan seyrelmiş uranyum çığ gibi birikiyor ve bunun büyük giderlerle güvenli olarak depolanması sorunu çözülemiyor. Askeri amaçlı kullanımı dahi, biriken dağı belirgin bir ölçüde azaltamıyor.

Ukrayna’da seyrelmiş uranyumlu mermiler kullanılırsa, eski deneyimlerden yukarıda açıklanan derslere göre benzer sonuçlar beklenmelidir.

Yüksel Atakan, Dr. Y. Müh. Almanya, [email protected]

Kaynaklar:

https://apnews.com/article/depleted-uranium-ukraine-russia-tanks-a92a4784dfcbd1ff221813154b7f3a8e

https://www.bbc.com/news/world-europe-65032671

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) 2003 raporu: www.unep.org

European Parliament: Working paper Depleted Uranium, April 2001

Tübitak BT Dergisi 2006 Y. Atakan

Radyasyon ve Sağlığımız kitabı Y. Atakan, Nobel Yayınları 2014