Pre-historik dönemden 18. yüzyıla kadar oldukça yavaş, evrimsel bir çizgide gelişen teknoloji, son iki yüzyılda yaşanan sanayi devrimleri sonucunda hızlandı. Bu nedenle, hızlı teknolojik gelişmelerin tarihini, modern kapitalizmin tarihi olarak okumak mümkün. ‘Yaratıcı yıkım’a dayalı bir tarih… Avusturya okulunun en bilinen ismi Schumpeter’in ifadesiyle; kapitalizmde ‘sürekli yaratıcı yıkım fırtınası’ (Perennial gale of creative destruction) esmektedir.
Yüksek teknoloji üretiminde başarılı olmuş metropol ülkelerin hemen hepsinin bilimde, özellikle de temel bilimlerde başarılı olması bir rastlantı mı? Kuşkusuz hayır. Teknoloji aysbergin görünen kısmı ise, fizik, kimya, biyoloji ve matematik gibi temel bilimlerdeki nitel gelişmeler aysbergin görünmeyen temel bileşenlerini oluşturuyor. Bu nedenle, temel bilimlerde yetkinliğe ulaşmadan teknolojide dışa bağımlılığı azaltmak olası değil.
Ancak, temel bilimlere yönelik araştırmalar, uzun, zahmetli ve maliyetli bir iş… Araştırma faaliyetlerinin yüksek maliyetli olması, elde edilen sonuçların hemen getiriye dönüştürülememesi, yatırım sonuçlarının belirsiz olması ve risk içermesi gibi nedenlerle özel kesimin temel bilimlere yönelik araştırma faaliyetleri sınırlı.
Türkiye gibi yarı-sanayileşmiş bir ülkenin bırakınız temel bilimlere yönelik Ar-Ge faaliyetlerini, uygulamaya yönelik Ar-Ge faaliyetleri de düşük. Türkiye uluslararası ticarete yenilik ve üretkenlik artışları ile değil, düşük teknoloji içerikli sektörlerde, göreli fiyatlara dayalı avantajlar ile eklemleniyor, bu da fakirleşerek büyüme demek.
21. yüzyılın sofistike teknolojilerini üretmek için sadece bir ya da bir kaç temel bilim dalında değil, tüm temel bilimlerde yetkinliğe ulaşmak gerekiyor. Disiplinler-arası bir işbirliği olmadan yüksek teknoloji üretmek daha da zor artık. Örneğin, milimetrenin milyonda biri boyutlarında, nanometre ölçeği ile ilgilenen, maddenin atom seviyesinde işlenmesiyle, gelişmiş ve tümüyle değişmiş malzemeler elde etmeyi hedefleyen nano-teknoloji, farklı disiplinlerdeki bilim insanlarının ortaklaşa geliştirdiği bir teknoloji…
Eğitimin kamusal niteliğini korumak gerekiyor
Eğitimin giderek kamusal niteliğinden uzaklaşıp metalaşması temel bilimler başta olmak üzere bilimsel bilgi üretmenin önündeki en temel engel. Eğitim kurumlarının sıradan işletmeler olmadığını, “piyasa” kurallarına göre çalıştırılamayacaklarını ısrara savunmak gerekiyor. Öğrenciyi herhangi bir müşteri olarak gören, bilgi üretiminin ve eğitimin firmaların kar güdülerince belirlendiği bir eğitim modelinde, “piyasa değeri” olmayan temel bilimlere yatırırım yapmak “eğitim işletmeleri” açısından rasyonel değil… Ancak ülkenin geleceği açısından son derece stratejik…
Temel bilimler ülkenin yarınıdır, temel bilimler olmadan ülke karanlıkta kalır, bilim üretmeyen bir ülkenin köleleşmesi kaçınılmaz. Kısaca, fizik, kimya, biyoloji gibi bilgi üretmenin kısa dönemde kara dönüştürülemediği, parlak beyinlerin tercih etmediği temel bilimlerin kamusal niteliğinin korunarak, gerekli önlemlerin alınması hayat mayat meselesi…
Bilimsel makale sayısı Çin’in %7,6’sı
Ülkelerin bilim üretmedeki başarımı için birçok gösterge yanında, temel bilimlerde ürettiği bilimsel makale sayısı kullanılabilir. Türkiye ile aynı kategoride yer alan seçilmiş gelişmekte olan büyük ekonomilere ilişkin yayınlanan bilimsel makale sayısını gösteren tablo Türkiye açısından son derece olumsuz. Türkiye aynı kaderi paylaştığı ekonomiler arasında en az bilimsel makale yayınlayan ülke konumunda. 2013’te Çin’in bilimsel makale sayısı 401.435. Türkiye’nin ise sadece 30.402 adet. Çin’in %7,6’sı kadar. Brezilya, Hindistan ve Güney Kore menşeili yayınlanan bilimsel makale sayısı da Türkiye’den fazla…
2010-2013 arasında Çin’in bilimsel makale sayısı %31,3 (95.608 adet) artarken, Hindistan’ının %41,6 (27.433 adet), Brezilya’nın %20,0 (8.091 adet), Kore’nin %18,8 (9.305 adet) ve Türkiye’nin %16,2 (4.229 adet) artmış. Türkiye’nin bilimsel makale sayısı düşük olduğu gibi, artış sayısı ve oranı da hiç parlak değil.
Kısaca, 21. yüzyıl koşullarında teknoloji geliştirmeyi ve yeniliği salt mühendislik/teknik bir olgu olarak değil, merkezinde bilim politikalarının (ve temel bilimlerin) yer aldığı, teknoloji üretmenin her şeyden önce sosyo-ekonomik ilişkiler tarafından belirlenen bir süreç olduğu gerçeğini unutmadan işe başlamak gerekiyor.
Bayram Ali Eşiyok