Aşı dedikleri…

Mustafa Çetiner
Aşı dedikleri…

Pandemiden çıkış yolunun aşılar olduğunu tüm bilim çevreleri kabul ediyor. Ancak bu konuda toplumu yönlendirmeye çalışan tıp insanları – ben de dahil - farkında olmadan bir hata yaptık.

Topluma aşılanan sanki hiçbir riske girmeden maske ve mesafeyi bir yana bırakarak yaşayabilir mesajına yakın bir mesaj verdik. Bu mesaj hem insanları yanılttı hem de “aşı karşıtı” kesimlerin ekmeğine yağ sürdü. Onlar 2- hatta 3 doz aşılanan ancak enfekte olan çok az sayıdaki örneği göstererek, “bakın yalan söylüyorlar, aşılar korumuyor” dediler.

Daha serin kanlı bir biçimde gerçekleri ortaya koymak gerekiyor.


Aşılar kesinlikle %100 koruyucu değil. Hele delta varyantının baskın olduğu bu günlerde koruyuculuk oranları daha da düşük. Bu nedenle hala maske ve mesafe kuralına dikkat etmek gerekir.

Bu uyarıya karşılık şunu da bilmek gerekir; İsrail ve ABD verilerine göre aşılı olup COVID-19’a yakalananlarda başkalarına hastalığı bulaştırma riski çok düşük, bulaş riski daha erken ortadan kalkıyor ve boğazda ve burunda viral yük çok daha düşük görülüyor.

Yapılan çalışmalar, delta varyantının viral yükünün klasik Wuhan virüsüne göre 1000 kat daha fazla olduğunu gösteriyor.

ABD’de CDC, delta varyantının bulaşıcılığından dolayı; tam 2 doz aşılanmış kişilerin de kapalı mekanlarda maske takması gerektiğini açıkladı.

Bilimsel veriler, her ne kadar 2 doz aşılananların bulaş riskinin toplam bulaşların sadece %5’ini oluşturduğunu söylese de maske-mesafeye uymaya devam etmeliyiz.

Aşıların hiçbirinin %100 koruyucu olmadığını akılda tuttuktan sonra şunu da iyi bilmek gerekir. İki doz m-RNA aşısını tamamlayanlar hastalığa yakalansalar bile viral yükleri çok daha düşük olduğundan hastalığı hafif atlatıyorlar. Hastane yatış, ağır hastalık ve ölüm riski oldukça düşüyor.

Nitekim İngiltere’de vakaların patladığı ve sayıların günde 100.000 kişiye ulaştığı ilk pikte 1000 civarında insan yaşamını yitirirken, delta varyantının hâkim olduğu şu günlerde vaka sayıları yine 100.000 kişi olmakla beraber, kısıtlayıcı katı bir önlem alınmamasına rağmen ölüm sayıları günde 100 civarında seyrediyor.

ABD’de yapılan bir modelleme çalışması, COVID-19 aşılaması olmasaydı Haziran 2021 sonuna dek fazladan 279.000 kişinin yaşamını yitireceğini, 1.25 Milyon kişinin ise hastaneye yatacağını gösteriyor.

Yeni vakalara baktığımızda ABD verileri son zamanlarda hastane yatışlarının %97’si ve ölümlerin %99’unu aşılanmamış kişilerin oluşturduğunu gösteriyor.

İtalya’da şubat ayından bu yana COVID-19’dan ölenlerin tam %99’unun 2 doz aşı yaptırmayanlar olduğu açıklandı. Tam 2 doz aşılanmasına rağmen hayatını kaybeden yaklaşık 400 kişinin yaş ortalaması 88 iken birçok ek hastalıklarının da olduğu bildirildi. Hastane yatış yükünü, yoğun bakım ve ölümlerin tamamına yakınını aşılanmamış kişiler oluşturuyordu.

Salgının ilk günlerinde sağlık çalışanlarında ölüm sayıları yüksek iken; ilk aşılanan grup olması ve aşılanma oranlarının yüksek seyretmesiyle artık neredeyse ölüm görülmüyor. Türkiye’de haziran ayının başından beri hiçbir sağlık çalışanının yaşamını yitirmediğinin de altını da çizmek lazım.

ABD’de CDC direktörü, geçtiğimiz günlerde COVID-19 pandemisinin giderek aşılanmayanların pandemisi haline geldiğini söylemişti. Aşılar ile ilişkili koparılan yaygaralardan biri de şu; “bu aşılar yeni ve bu aşıların uzun vadeli etkilerinin ne olduğu halen bilinmiyor.”

Bu önyargı ve korku aslında çok yersiz. Çünkü özellikle m-RNA aşıları üzerinde hem HIV (AIDS) virüsü hem de grip virüsü için uzun zamandır çalışılıyor. Aşıların en uzun yan etkilerinin en fazla 2 ay içerisinde çıkması bekleniyor. Bu süre çoktan aşıldı. Kaldı ki m-RNA teknolojisi neredeyse 15 yıldır kanser çalışmalarında kullanılıyor.

Bir diğer tuhaf iddia Faz IV çalışmalarının olmadığı iddiası. Oysa konuyu bilen herkes bu çalışmaların ruhsat aşamasından sonra yapılabileceğini bilir. Üstelik 4 milyar dozu aşkın bir kullanım söz konusu iken Faz IV çalışması yok iddiasının işi bilenlere çok komik geldiğini de belirtmek gerekir.

Umberto Eco çok güzel anlatıyor; “Artık esas meselemiz bir şeyin yanlış olduğunu ispatlamak zorunda kalacak olmamız değil, esas meselemiz apaçık doğrunun doğru olduğunu ispatlamaya çalışmak zorunda kalacak olmamız.” Bu bilim dışı iddiaların her birine tek tek yetişmek olanaksız ama uğraşmaya devam etmeliyiz.

Mustafa Çetiner / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 281. sayısında yayınlanmıştır.

Mustafa Çetiner

Prof. Dr. Mustafa Çetiner 1964 yılında Kayseri'de doğdu. Halen Acıbadem Sağlık Grubu Maslak Hastanesi'nde İç Hastalıkları, Hematoloji Bölümü'nde görev yapmaktadır. Hekimliği ve öğretim üyeliği yanında Popüler bilim, etik, tıp ve tıp tarihi konularında kaleme aldığı güncel yazılarıyla tanınır.